TÜRK KÜLTÜRÜNDE AD KOYMA
Kültürümüzde “ad verme, ad koyma, ad takma” şeklinde adlandırılan olay aslında tüm insanlık için ortak bir durumdur. Ad verme olgusu insanla beraber doğmuş, onunla birlikte yaşantısını sürdürmüş, zamanla basit bir ad verme olgusundan çıkarak, her toplumun kültür ve yapısına göre dev bir geleneğe dönüşmüştür.
Anayurttan asırlar boyunca dünya’nın dört bucağına, büyük bir ırmak gibi akıp gelen Türk kültürü, geçtiği yerler kollar verdiği gibi onlardan da kollar almıştır. Böylece, dünyanın birçok yerine Türk kültürü damgasını vurduğu gibi, onların kültüründen de etkilenmiştir. Bu etki, dil dolayısıyla ad ve ad verme alanlarında son derece büyük olmuştur.
Dilimize ilk etki, Türk hakan adlarının Çinceleşmesi şeklinde kendini gösterdi. Fakat bu etki hissedilir şekilde Türk halkına kadar inemedi. Ama Arapçaya gelince bu dilin, “Türk ad verme” geleneklerine etkisi küçümsenmeyecek ölçüde büyük oldu. Türk adlarının Arap harfleriyle yazımı, aynı sözcüğün değişik şekillerde yazılmasına neden oldu. Öte yandan batılı yazarların, Türkçe adları Latin harfleri ile yazmaları ise yazım şeklini büsbütün yozlaştırdı. Örneğin, Türk Toguç adı; Doguç, Dogaç, Dagıc, Tıgaç, Tıgıc, Tıguc gibi değişik şekillerde yazıldı. Bu arada insan adı olmayan birçok Arapça ve dış kaynaklı sözcükler insan adı olarak dilimize girdiler. Kafûr, Nükhet, Sayeste, Peyeste, Bihter, Kârman gibi.
Anadolu Selçuklularının Farsçayı resmi dil olarak kabul etmeleri, daha önce dilimizde başlayan Farsça etkisinin hızlanmasını sağladı. İlk olarak hükümdarlara Keyhusrev, Keykubat gibi Farsça adlar verildi. Öte yandan dilimize yalnız Müslüman adları değil, bu adların arasında bulunan Hıristiyan, Yahudi, Ermeni adları da girmiş bulunmaktadır.
Türkçede, F, H, J, L, R harfleriyle başlayan hiçbir sözcük bulunmaması bir yazım kuralı iken, bugün dilimizde bu harflerle başlayan sözcüklere rastlamak hiç de zor değildir. Aslında yazımızın da konusu olan “ad” sözcüğü ile birlikte kullandığımız “isim” sözcüğü de Arapça kökenlidir. Aynı zamanda Farsça “nam” sözcüğü ile eşanlamlıdır.
Türk adlarının tarihsel durumu ile dış etkileri birkaç örnekle açıkladıktan sonra kültürümüzde yer alan “ad koyma” unsuruna bir bakalım. Türklerde çocuklara ad koymak, çok önemli bir olay olarak kabul edilir. Çocuğun adı ile alın yazısı arasında bir bağ vardır. Ad koyma eski Türklerde bir törenle yapılırdı. Bu tören çeşitli kabile ve boylarda değişiklik gösterirdi.
Yemekten sonra çocuğun babası veya ebesi; misafirler arasındaki boy başkanına, saygıdeğer tanınmış bir misafire veya boyun dini lideri olan şamana dönerek çocuğa bir isim vermesini rica ederdi. Böylece çocuğun ilk adı konulmuş olurdu. Çocuğa konulacak bu ismin uğurlu ve yakışan bir isim olmasına dikkat edilirdi. Nitekim çocuk sürekli hastalanırsa Türklerinde isim koyma töreni çocuğun doğumundan birkaç gün sonra yapılırdı. Baba; akrabalarına, yakınlarına ve dostlarına kendi durumuna göre bir ziyafet şenliği düzenlerdi. Bu şenlikte çocuğun ebesi de bulunur ve ev sahibi gibi davranarak misafirlere yiyecek ve içeceklerini o dağıtırdı. “Adı ağır geldi” denilerek bu isim değiştirilirdi. Adı değiştiren kimseye birtakım hediyeler verilirdi. İsim koyma işi bittikten sonra ebe, misafirlerin önünden geçerek, onların çocuğa getirdikleri“diş” ismi verilen hediyeleri toplar ve götürüp beşiğin üstüne koyardı.
Altay Türklerinde çocuğun adını babası verir ve bu ad çoğu kez doğumdan sonra eve ilk giren misafirin adı olurdu. Çocuğa ad olarak doğumdan hemen sonra söylenen ilk sözün verildiği de görülmüştür.
Altay ve Yenisey Türklerinin bir dönemde özel adlar taşımadıkları anlaşılmaktadır. Bunlar bu dönemde ya kabilelerin adını taşıyorlar veya çocuk adsız gezerdi. Bir diğer deyimle çocuğun adı “Adsız” olurdu. Ancak üstün yetenek ya da bir savaşta yararlık göstermiş olanlar özel ad taşımak ayrıcalığı kazanabilirlerdi. Bu durum, Dede Korkut Öyküleri’nde şöyle geçer: Kişilere adını veren Korkut Atadır. Ana ve babanın verdiği isim gerçek ad değildir, geçici addır. Çocuk, gerçek ismini avda veya savaşta bir yararlık, bir kahramanlık gösterdikten sonra alır. Dirse Han oğlu, karşısına çıkan bir boğa ile dövüşüp onu öldürdükten sonra “Boğaç” adını almıştır. Bamsı Beyrek’e, bezirgânların malını soygunculardan kurtarması üzerine bu ad verilmiştir. Ad koyarken, çocuğun yaptığı kahramanlığın, isim almasını hak ettirecek şekilde bir yiğitlik olup olmadığının herkesçe kabul edilmesi şarttır. Oymağın reisi veya Kam’ı tarafından verilen bu gerçek ismi alan yiğit, boyun üyesi ilan edilirdi.
Yakut Türkleri, isim koyma konusunda eski geleneklerini az çok değişik biçimde sürdürmektedirler. Bunlar çocuğa ilk adını doğumdan üç ay sonra, asıl adını da çocuk yay basıp ok atmaya başlayınca verirler.
Kırgızlar ile Kazaklarda çocuğun ismi on beş günlük olunca verilirdi. Çoğu kez ad, doğum sırasında geçen bir olaydan, yapılan bir işten kaynaklanarak seçilir veya eve ilk gelen misafirin adi verilirdi: Konukgeldi, Kıpçakgeldi, Çuçi gibi adlar böyle verilmiş adlardandır.
Eski Türklerde çocuklarına doğdukları sırada gördükleri nesnelerin veya o günlerde olup biten önemli bir olayın adini verdikleri de görülürdü. Saldıran düşmanı yendikleri sırada doğan çocuklara: Yağıbastı, Yağıgeldi, Kurtulmuş gibi; güneş doğarken doğan çocuklara: Gündoğdu, Akkuyas, Güngördü, Akgün gibi; koyunlara kurt saldırdığı gece doğan çocuklara: Kurt, Kurtgeldi, Kurtbeğ, Kurtbey, Börübay gibi adlar koyulurdu. (Yağı=Düşman, börü/böri=Kurt)
Bundan başka, çocukları yaşamayan aileler, gelenek olan bir inanca göre, çocuğun ismi ile onun hayatı ve kaderi arasında yakın bir ilgi olduğuna inandıklarından, çocuklarına: Yaşar, Binyaşar, Ölmez, Dursun, Durdu, Tavşan, Kurç (Çelik) gibi adlar verirlerdi.
Kötü ismi olanlara, Şamanist inançlarca ölüm meleği nefret eder de gelmez düşüncesiyle kötü adlar koymak adetleri de vardı. Kazakların anlattığına göre, evladı yaşamayan Çepisbay Ağa; oğluna, evimize Azrail gelmesin diye “Rus” ismini vermiştir. Altaylarda da önceki çocukları ölmüş olan aileler, yeni doğan çocuğuna mümkün mertebe kötü ad takarlardı: İtgördü, Köpek, İtalmaz, Domuz, Balçık gibi.
Eski Türklerin bir başka âdetine göre, çocuk yasasın diye ebe tarafından babasına sembolik olarak satıldığı olurdu. Çocuk doğar doğmaz ebe çocuğu kucağına alarak dışarıya çıkarır ve onu güya babasına satardı. Babası da satın aldığı çocuğuna erkekse Satılmış, kız ise Satı adini verirdi. Zamanımızda bu gibi isimler genellikle bir evliyaya adanmış ve satılmış olarak kabul edilen çocuklara konulduğu görülmektedir. Başkaları da satış bedeli olarak babanın ebeye, çocuğun ağırlığınca demir verdiği söylenir. Bu gelenek Çuvaş Türklerinde, ebe çocuğu şamana verir ve çocuğu babasına şamanın satması seklinde olurdu. Şaman, çocuğu alarak babasına gelir ve: “Çöplükte bir çocuk buldum, satacağım” der. Baba, şamanın istediğini vererek çocuğunu satın almış olur ve artık yaşayacağına inanırdı.
İslâm’da çocuğa ad seçme ve ad koyama hakkı babaya aittir. Baba ölmüş veya hukukî tasarruflarda bulunmaktan menedilmişse bu hakkı anne kullanır. Doğumundan önce babasını kaybeden Hz. Peygamber’in adı annesi tarafından Muhammed olarak seçilmiş ve bu ad dedesi tarafından konulmuştur. Çocuğa ad seçilirken gayet titiz davranılması gerektiğini belirten Hz. Peygamber, “Siz kıyamet gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adıyla çağırılacaksınız; bu sebeple kendinize güzel adalar koyun” buyurmuştur.
Günümüzdeki Durum
Marmara Üniversitesi Mediko Sosyal Birimi’nden Uzman Psikolog Elif Yazar açıklıyor; isim koymanın sadece çocuğu adlandırmak olmadığını belirterek, “Ebeveynler, çocuklarına verdikleri isimle nasıl bir çocuk olacağını da hayal ediyor. Anne ve babanın çocukla ilgili neyi idealize ettiğini de gösteriyor” dedi.
Büyük kentlerde anne ve babaların ‘farklı’ isim koyma telaşında olduklarını ifade eden Yazar, şunları söyledi:
“Kentlerde, ayrı, benzemez, biricik isimler bulma telaşı yaşanıyor. Bu da anne ve babaların çocuklarının diğerlerine benzemeyen, herkes gibi olmayan, özel bir yere koyma çabasını gösteriyor. Ayrıca anne ve babalar çocukla ilgili gelecek planlarını yaparken, farkında olarak ya da olmayarak kendi yaşamlarında gerçekleştiremedikleri ideallerini de simgeleştirebiliyor. Bir takım değerleri direk olarak koyduğu isimle çocuğa yansıtıyor.”
Dede ve ninelerin isimleri konulmuyor :
Günümüzde artık eskiden olduğu gibi ‘dede’, ‘nine’lerin isimlerini koyma eğiliminin yok olduğunu da ifade eden Yazar, giderek modernleşen dünyayla birlikte insanların artık daha bireysel yaklaşım içinde olduklarını söyledi. “Bu nedenle de daha önceki yıllarda gelenek olan dede, nine isimlerini koymaktan kaçınıyorlar” diyen Yazar, daha modern isimlerin tercih edildiğini söyledi. Verilen ismin çocuğun kişiliğini geliştirmesinde etkili olabileceğine de dikkat çeken Uzman Psikolog Elif Yazar, sözlerine şöyle devam etti: Mesela isimler, Mert, Yiğit, Korkmaz gibi gücü simgeleyen çocuklar, kişiliklerini isimleriyle özdeşleştirebilirler. Bu da kişilik gelişimine katkı sağlayabilir. Ayrıca ilk bakışta isimle bazı şeyler dikkat çekebilir. Çok farklı isimler, hiç rastlanmayan isimler daha çok hafızada kalır.”
Kitlesel psikoloji etkiliyor
Bir dönem çocuklara Deniz, Ulaş, Devrim, Özgür, Kaan, Alparslan, Atilla gibi isimler verildiğini de hatırlatan Elif Yazar, o dönemde anne ve babaların geleceğe ilişkin görmek istedikleri dünyayla ilgili düşüncelerinin yansıması olduğunu belirtti. O anda yaşanan toplumsal olayların isim konarken etkili olduğunu söyleyen Yazar, “Kitle psikolojisi de isim konmasında etkili olabiliyor” diye konuştu. Kişinin ismini değerli hale getirmesinde kendiyle barışık olmasının etken olduğuna dikkati çeken Yazar, “Eğer kişi kendi isminden memnun değilse, karşı tarafta böyle algılar. Kişi ismini kendisi değerli hale getirir” dedi.
Yıllara göre isimler değişiyor
Nüfus İstatistikleri verilerine göre 1980–1990 arasında Merve, Büşra, Emre en çok beğenilen isimler olarak bebeklere kondu. 2000–2006 yıllarında ise İrem, Furkan, Emir han en çok tercih edilen isimler arasında yer alırken, 2006 yılında Arda, erkek isimleri arasında ilk sırada yer aldı. 2008 yılının moda isimleri arasında ise Yağmur, İrem ve Arda yer aldı. Verilere göre, göre, hiç modası geçmeyen isimler arasında Mehmet, Ahmet, Mustafa, Ali, Hüseyin, Hatice, Emine, Ayşe, Zeynep ve Fatma yer aldı.
Günümüzde çocuklarının isimlerinin farklı olması için arayış içine giren anne ve babalar, Peren (Ülker yıldızı), Erce (er gibi olan), Dilmen (güzel söz söyleyen), Püren (ince yaprak), Artun(ortanca kardeş), Bige (evlenmemiş, çocuğu olmayan), Belin (korku), Talia (şans), Bengi(sonsuz, ebedi) gibi isimleri tercih ediyor. Aleyna, İlayda, İlçim, Alara, Bilun, Lerzan, Delfin, Erem, Bade, Balca, İzgi, Alçin, Arsu, Balkın, Beliz, Su, Renk, Ege, Ada, Naz, Dirim, Deren, Ceren isimleri de son yılların gözde olan isimleri arasında yer alıyor.
Kaynak;
— www.bilinmeyen tarih.com
—Kültür Bakanlığı IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi
(Prof. Dr. Orhan ACIPAYAMLI)
— Marmara Üniversitesi Uzman Psikolog Elif Yazar
Ali Aslan Ocak 2013 aliaslan@lisan-iask.com