Bir Ayrılık

Üzülmüştü, gerçekten üzülmüştü hem. Lisenin ilk gününde tanıştığı, tanıdıkça sevdiği, gördükçe daha da göresi geldiği kızdan. Lise 2’den beri sevgilisi olduğu… Yanındayken saatlerin dakika gibi geldiği kızdan, Esra’sından ayrılıyordu.

Her ayrılık zordur. Birde dönüşü olmayan ayrılıklarsa, gözyaşı daha bir anlamlıdır gidene… Bu sefer ki ayrılık öyle bir ayrılık değil. Gidenin dönmediği değil belki ama uzunca bir süre dönmeyeceği bir ayrılık olacaktı.

Saatler yaklaşıyordu, ilçe terminalinde bulutlar griydi. Şimdi bulutlarda ayrılığın rengini giyinmişti… Babası komşudan, çocuğu terminale kadar bırakayım diye almıştı arabayı. Anne, baba, küçük kız kardeşle gelinmişti terminale, herkesin gözü yaşlıydı. Evet, okumaya ‘gidiyordu’ bizim oğlan ama eve hemen de ‘gelemiyordu’. Şimdi gidecek ve sene sonuna kadar gelemeyecekti, son zamanlara doğru babası belki bir şeyler ayarlarız ara tatilde gelirsin, sıkma canını diyordu ama can sıkılıyordu işte. Hem baba hem de çocuk biliyordu ‘bir şeyler ayarlanamayacağını’. Naparsın fakirlik işte umut etmekten başka ne öğretiyordu.

Sessiz geçen yolculuk, fırtına öncesini anımsatıyordu. Terminale gelinmişti. Otobüsün kalkmasına on yedi dakika vardı. Bir çift göz, bir çift gözü arıyordu terminalde, arıyordu ama bulamıyordu. Kimselere fark ettirmeden bulmalıydı onu O çok önemliydi, O olmadan da buradan çıkılamazdı. Çıkılamazdı ama bulunmuyordu da işte. Dakikalar geçiyor, Selman Esra’sını arıyordu. Annede babada fark etmişti oğullarının bir şey aradığını ama yapacakları bir şey yoktu. Esra’nın gelemeyeceği de belliydi ta köy yerinden 12 kilometre uzaktaki terminale gelemeyeceği.

Selman saate baktı sekiz dakika vardı, aramaktan da vazgeçmişti, alışmalıydı artık, o gözleri aradığında bulamamaya çünkü önünde koskoca bir eğitim-öğretim yılı vardı. Annesini tembihlerini dinliyordu kulak ucuyla… Gözü yaşlı anne var gücüyle oğluna anlatıyordu

            -Sıkı giyin tamam mı oğlum, sıcak diye yalın çıkma dışarıları hep üstüne bir şey al. Her yerden yemek yeme dikkat et. Abur cuburada alışma, bak koydum ben bavula, onları ye çok acıktığında.

Dakikalar bitmişti, öğütler dinlenmiş, bavullarda otuz iki saat sonra geri alınmak üzere verilmişti muavine. Yavaş yavaş otobüse hareket ediyordu Selman Annesinin elinin öpüyordu. Hayır, ağlamamalıydı, o sahne gerçekleşmemeliydi ama ne yapabilirdi işte annesi ağlıyordu ve bu ıslak yolda annesini tek bırakamazdı. Çokta tutmadı kendini iki damla yaş feda olsundu annesine. Babasının elini öptü, gururla oğluna sarılan baba ağlamamıştı. Ağlamamıştı çünkü babalar oğullarına ağlamamayı öğretir… Ağlamamıştı ama gözlerde yaş birikmişti işte, ee olur öyle. Küçük kız kardeşini de öptü, tembih edildi dersleri yüksek olması için. Yanaklarından kocaman öpücükler kondurdu ‘Gitme abi’ yi kulağına fısıldayan kardeşine.

Selman zor biten ayrılık faslından sonra ağır adımlarla otobüse adım atıyordu. Önünde yedi olmadı sekiz adımlık mesafe vardı. Ağır ağır gitmeliydi bu mesafeleri, çünkü Esra gelebilirdi o arada… Öylede yaptı, ağır ağır sindire sindire yürüyordu, adımlarını sayıyla atıyordu filmlerde gördüğü mucizenin gerçekleşmesi için… Sayıyordu adımlarını biir ikii üüç döört bee, adım yarım kalmamıştı ama uzaktaki bir ses tamam kalmıştı kalpte. O gelmişti Esra’ydı…

            -Seeelmmaaaan…

            -Seeeeellmaaaaann.

Selman kalabalık terminalde onu arıyordu, ona doğru koşarak gelen birini arıyordu; arıyordu ama bulamıyordu. Sesi duyuyordu ismi uzun bir şekilde bağırılıyordu

             -Seeeellmaaan

Otobüs kalkmak üzereydi son bir kez ona baksa yetecekti ama kalabalıktaki sesin kaynağına inemiyordu. Arıyor bulamıyordu… Ve gördü… Bağıran yanına koşarak geliyordu. Hızla. Bahar ayları akan Karadeniz çayları gibi geliyordu. İsmini bağırarak geliyordu

            -Süüleeyymaaann

İstemsizce küfür etti. Hay ben böyle işi demişti. Sinirlendi, kaşları çatıldı, anne babası biraz önce yaşanan olayı anlamamıştı. Selman’da anlatamazdı zaten. Ne vakit, ne de Selman’ın konuşacak hali vardı. Selman, isminin bir benzerine sahip gençle, sevgilisinin son sarılışlarını yanından biraz buruk geçti. Kaybedilen final maçında kupanın yanından geçen futbolcu gibi… Yan gözle… Almak istercesine…

Olmamıştı, gişe kaygısı dolu filmlerdeki gibi değildi Hayat. Son dakikada koşarak gelmiyordu başrolün sevdiği… Yerine geçti. Dar geldi otobüs koltuğu. Zaten kendi kendine sinirliydi az öne yaşadığı isim benzerliği olayından. Yerine oturdu. Kaşları hala çatıktı ama toparlanmalıydı, annesi, babası, kız kardeşi bir yıl sonra görecekleri insanı çatık kaşlı bilmemeliydi. Öylede yaptı, tebessüm ederek ve el sallayarak hatırlanacaktı artık. Otobüs terminalden çıkıyordu. Selman biraz daha toparlanmıştı artık, önünde uzun, güzel bir yol vardı. Esra’nın gelmeyeceğini bildiği halde onu beklemesi de boşunaydı. Boşunaydı ama ne yapsaydı. Aklı hep ondaydı. Son bir kez son bir kez görseydi keşke… Keşke

Kafasını camla arasına koyduğu yastığa dayadı ve Esra’yı son gördüğü anlara gitti, ayrılıktan sonra herkesin gittiği yere ,’son’ a gitti o da… Bundan sonra sık sık gideceği yere…

İkisinin de ağlamaktan gözleri kızarmıştı ,en sevdikleri yere gelmişlerdi .Karadeniz’in epey bir sert vuran dalgalarının manzarasında ,sahilde bir ağaç altındaydılar .Gözler yaşlı sözler hüzünlüydü ,birbirlerini dört yıldır tanıyorlardı .İlk defa bu kadar uzun süre sessiz geçmişti ,aradaki burun çekmelerinin muhalefetine rağmen. Bir saat olmuş, ikisi de bir şey konuşmamıştı. Hem ne desindi ki, her şeyi tüketmişlerdi, en azından o an bunları düşünüyorlardı. Selman çok isteği Hukuk bölümünü zar zor kazanmış, onda da Türkiye’nin kendilerine en uzak yeri gelmişti. Muğla’ya gidecekti, 32 saat diyorlardı. Bilet parasını duyunca, sadece gidiş abi, demişti çünkü o yüksek fiyata olsa olsa gidiş dönüş olurdu ama olmamıştı görevli tamam sadece gidiş demiş, Selman’a küçük bir sürpriz yapmıştı. Selman Esra’ya son bir hediye alırım dediği parasını da bilete vermişti… Tüm bunları Selman düşünüyordu…

Esra ise biraz kırgındı, ikinci tercih yapıp yakın bir yere gelmediği için Semanına. Gerçi oda biliyordu, ikinci tercihin riskli olduğunu hele ki hukuk kazanmış birisi için. Kendi kendini sakinleştirmişti şimdide Esra…

Gün akşamüstüydü. Esra’yı köyüne götürecek dolmuş gelmek üzereydi. Selman bir şey demeden ayağa kalktı. Yaklaşık beş dakika sonra ayrılacaklardı. Aklına gelir gelmez bir daha gözleri yaşardı… Dolmuş durağına doğru yürüdüler. Biraz sonra durdular. Selman Esra’ya sarıldı bu da daha az dakikada kaldığını gösteriyordu… Esra’da sarıldı, yanaklarından kocaman öptü Selman kendisine kısık bir sesle ‘Gitmesen’ diyen Esra’sını. Öptü. Önce kendisinin, sonra Esra’sının yanaklarını sildi. Yeşil gözlerine doya doya baktı. Uzunca bir süre göremeyeceği gözlere. Sustu, bir şey diyecek gibi oldu, diyemedi, ama söylemeliydi, güzel bir cümleyle veda etmesi gerekiyordu… Sesini düzeltti. Kafasında olur verdiği cümleyi, veda cümlesini söylemeliydi, bir çırpıda bitmeliydi artık ‘Gördüğüm her yeşil bana seni hatırlatacak biliyor musun, bende kendimi böyle teselli edicem. Kendine dikkat et, üzmede, gelicem ara tatilde de Tam burada buluşucaz zaman ne çabukta geçti diyeceksin, gelicem göreceksin bak Bir şeyler ayarlayıp gelicem…’

Şimdi Güneş Ayrılığa Batıyordu… Karadeniz’de… Ve iki Gencin Yüreğinde…

Anıl Civan
anilcivan@lisan-iask.com
Mart 2013

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir