Sonsuz mavilik arasına serpiştirilmiş bulutları çağrıştıran kelime; gökyüzü. Çocukluğumuzda hayal etmedik mi kabarık, pamuk gibi gözüken o güzelim bulutların üstünde yatmayı, birinden diğerine atlamayı, içinde kaybolmayı. Hep merak etmedik mi ne var o maviliğin arkasında. Ettik hem de insanlığın başlangıcından beri. İnsanoğlu bir kartal misali gökyüzünde süzülmek istedi. Yüzünü okşayan o ılık rüzgarı arkasına alıp aşmak istedi geçilmez dağları. Ve bunu ilk 800’lü yıllarda başardı. İbn-i Firnas kuş kanadını ve kumaşları kullanarak oluşturduğu ilk uçan aracını o tarihlerde uçurdu. Hep baş yukarı bakmanın ötesinde bir kuş misali aşağı bakarak yeryüzünü izleyen, sonsuz maviliğe kavuşup onda süzülen ilk kişi o oldu. Ardından Hezarfen Ahmet Çelebi, ardından Wringht Kardeşler ve diğerleri… Onlar sayesinde gelişti havacılık.
Sporlar; serbest atlayış, yamaç paraşütü, bunge jumping… Heyecan arayanların, adrenalin isteyenlerin ortak tutkularıdır bu sporlar. Tutku diyorum çünkü öyle sıradan bir iş değil yaptıkları. Kimi kilometrelerce yüksekten atıyor kendini, kimi beline bağlanmış bir ipe güveniyor, kimi de kanadıyla süzülüyor havada. Tehlikenin farkındalar ama bu onlar için caydırıcı bir güç değil aksine kuvvetlendiriyor bağlarını, daha bir sıkı sarılıyorlar malzemelerine.
Tüm bu sporlarda tutkunu olduğun farklı özellikler var. Yamaç paraşütünü ele alalım. Havacılık sporları arasında gökyüzünde olmanın tadını doya doya hissettiğin saatlerce havada kalabildiğin spor türü. Pilotu gökyüzüne kavuşturup uçmasını sağlayan kanat, kanadı pilotun oturduğu ve onu taşıyan harnese bağlayan ipler ve kolonlar ile en hafif hava aracı. İki elinde tuttuğun frenler ile rüzgarla arkadaş olarak, ondan destek alarak süzülürsün gökyüzünde.
Senin yakın arkadaşın olan rüzgarı yakından tanıman gerekir. Hangi zamanlarda nasıl davrandığını öğrenirsin; hızını anlamayı, nerelerde türbülans olduğunu, termiğin hangi zamanlarda oluştuğunu ondan nasıl yararlanman gerektiğini… Uçabilmek için sana eşlik etmesini beklersin. Kızgın olmasını istemezsin, hırçınlığı üzer seni. Onu o sakin haliyle seversin. Bir uçakta metal yığınları arasında yol almaktan ziyade aranda hiçbir engel yokken, harnesine oturmuş gökyüzünde süzülürken, ılık ılık yüzünü okşaması hoşuna gider. Onun sesini duymak, onu dinlemek varlığını tekrar tekrar hissetmek mutlu eder seni. Artık bir tepede onunla buluşacağın zamanları gözlemeye başlarsın, güneşli bir hava varsa hemen bir buluşma ayarlarsın. Sahip olduğun en güzel malzemelerin olan paraşüt takımınla birlikte gidersin tepeye beklersin gelmesini. Kimi zaman sabahın dördünde kalkarsın yataktan, gün doğumunda buluşursunuz. Kimi zaman öğle vakti termiğinden destek alır metrelerce yükselirsin, kimi zaman da uzaklara gitmek ister mesafeler aşarsınız. Özellikle heyecan arıyorsan akrobasiyi denersin, onun sayesinde gökyüzünde kanadınla dans edersin. Ama her zaman senin istediğin gibi gitmez ilişkiniz. Canını yakar bazen, bazen terk eder seni. Ona inat sıfır rüzgarda göğüs basarak kalkış yaparsın. Bazen de korkutur seni. Stol olduğunda ya da türbülansa denk geldiğinde kalp atışların hızlanır, korkuyu hissedersin. Ama terk edemezsin onu, vazgeçemezsin ondan.
Bilmeyenler anlamaz seni. Bazen eleştirir bazen de kızarlar. Umurunda değildir ne söyledikleri. Anlamalarını beklemezsin, bilirsin bir kez bu duyguyu hissetmeden seni anlayamayacaklarını. Gökyüzü tutkusu başka bir şeydir. Arkadaşın rüzgardır. Malzemen belki yamaç paraşütü takımıdır belki başka bir sporun başka bir malzemesi. Fark etmez ne olduğu. Ortak nokta sonsuz maviliktir, kulağa fısıldanan rüzgardır, uçabilme tutkusudur.