“Yazarlık hayatım bana sözcüklerden çekinmeyi öğretti. En açık görünenleri çoğu zaman en kalleşleridir. Bu sözde dostlardan biri de ‘kimlik’tir.”
‘Kimlik, insanın zaman içindeki incelişinde onu dünyaya bağlayan bir aynadır.’
Amin Maalof Ölümcül Kimlikler’de böyle tarif ediyor kimliği ve kitaba başlarken çok karşılaştığı bir soruya şöyle cevap veriyor: “1976’da Lübnan’ı terk edip Fransa’ya yerleştiğimden beri son derece iyi niyetli olarak kendimi ‘daha çok Fransız mı, yoksa Lübnanlı mı hissettiğim ne kadar çok sorulmuştur bana. Cevabım hiç değişmez; her ikisi de.”
Yazar bu konuya şöyle açıklık getiriyor: “Herhangi bir denge ya da haktanırlık endişesi yüzünden değil, ama cevabım farklı olsaydı yalan söylemiş olurdum. Beni bir başkası değil de de ben yapan şey bu şekilde iki ülkenin, iki üç dilin, pek çok kültür ve geleneğin sınırında bulunuşumdur. Benim kimliğimi tanımlayan budur. Kendimden bir parçayı kesip atmış olsaydım, daha mı gerçek olurdum!”
Maalof kimlik kavramını Sokrates’in ve Freud’un tanımlamalarıyla da anlatmış ve şöyle bir tanım yapmış; “kimlik beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir.”
Maalof ‘a göre kimlik, kimileri için ulus, kimileri için sınıf, inançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında ise bütün kimlikleri özetler gibi görünen şey ‘dinsel aidiyet’ oluyor demiş.
Yazar, kimliği dinler tarihi açısından incelerken, İslamiyet üzerinden sorduğu bir soruyu mensubu olduğu din üzerinden cevaplıyor. İslamiyet özgürlükle, demokrasiyle, insan haklarıyla bağdaşır mı? diye soruyor.
Son yirmi yüzyıl boyunca din (Hıristiyanlık) adına çok işkence yapıldığı zulüm ve katliamlara girişildiğini, inanların ezici çoğunluğunun siyah köle ticaretini, kadınların ezilmesini en kötü diktatörlükleri, engizisyonu içlerine sindirdiklerini görmek, için birkaç tarih kitabını karıştırmak yeter… Bu Hıristiyanlığın özünün de despot, ırkçı ve hoşgörüsüz olduğu anlamında mı yorumlanır?
Aslında problemin dinlerde değil, dinlere bakış açılarıyla ilgili olduğu yazarın üzerinde durduğu görüş olarak karşımıza çıkıyor.
İslam tarihini yorumlayışında da aynı çizgiyi görüyoruz. Şöyle söylüyor; “İslam dininde de daha başlangıcından itibaren ‘öteki’ ile yan yana yaşama konusu da dikkate değer bir yatkınlık görülür. Buna İstanbul’u örnek vererek, geçen yüzyılın sonunda en büyük İslam gücünün başkenti İstanbul’un nüfusu içinde başlıca Rumlardan Ermenilerden ve Yahudilerden oluşan Müslüman olmayan bir çoğunluk bulunuyordu. Aynı dönemde Paris’te, Londra’da, Viyana’da Berlin’’de nüfusunun yarısının Hıristiyan olmayanlardan olaşabileceği düşünülebilir miydi?”
Tabii yazarın bu yorumuna eklemek lazım gelir ki, bu yüksek toleransı sadece İslamiyet’e değil, Türk insanın geçmişinden gelen derin kültürüne de bağlamak lazım…
Maalouf din kimliği değerlendirmesini yaparken dinlerin geri kalmışlığı ya da ilerlemişliğe ivme kazandırma gibi bir yönü olmadığı kanaatinde. Sadece dinlerin toplum dinamizmine etkisi olduğunu söylüyor. Bu konuda toplumlar kendi muhasebelerini kendileri yapmalı nereye geldiklerini ve nereye varma peşinde olduklarını sorgulamalılardır diyor.
Yazar dini kimlikle ilgili görüşünü çok güzel bir yorumla noktalamış: “Özgürlüklerin önünde dinler değil, insanlar var.”
Kitabın son kısmında ‘milletler çağının şafağında değil gün batımındayız’ cümlesiyle dünya vatandaşlığına atıfta bulunuyor. Gerçekten de dünyalılaşmanın hemcinslerimizin büyük çoğunluğuna göre zenginleştirici ama bir o kadar da müthiş bir tek tiplilik ve kendi öz kültürünü kimliğini ve değerlerini korumak için mücadelesinin göründüğü son derece şaşırtıcı bir çağdan geçiyoruz diyor.
Ölümcül Kimlikler’de yazar, kimliği tanımlayan her ögeyi tek tek ele almış. Bunlar içinde de diller ve dinler üzerinde daha çok yoğunlaşmış. Doğal olarak kültürü oluşturan iki önemli unsur kimliğin de ağırlıklı belirleyicisi olarak karşımıza çıkmış. Dil ile din arasındaki kıyaslamadan yola çıkarak bir seçim ya da öncelik ortaya koymaya çalışmıyor. O, dilin kimlik etkeni hem de iletişim aracı olma gibi harika özelliğine dikkat çekiyor.
Bu düşüncesini “dil kültürel kimliğin ekseni olarak kalma eğiliminde” diye ifade etmiş.
Maalouf ‘bugün dünya kime ait’ diye bir soru soruyor kitabının sonunda. Sorusu kitapta şöyle cevap buluyor. “Güneyden ve doğudan bakarsak egemen güç batıdır. Paris’ten bakarsak egemen olan Amerika’dır. Oysa ABD’ye doğru yol alırsanız ne görürsünüz? Dünyanın çeşitliliğini yansıtan ve hepsi de kökenlerindeki aidiyetleri vurgulama ihtiyacı duyan azınlıklar.”
O halde dünya kime ait sorusunun cevabı hiçbir ırka, hiçbir özel ulusa değil, tarihin öteki anlarından çok daha fazla olarak orada kendine yer açmak isteyen herkese.
KİTAP ADI: Ölümcül Kimlikler Üzerine
YAZARLAR: Amin Maalof
YAYIN EVİ: Yapı Kredi Yayınları
TÜR: Deneme