Hendrik A. Lorentz ne sormuştu o gün? Hatırlayanınız var mı? İşte soru: “Brezilya’da kanat çırpan bir kelebek, Meksika’da bir kasırgaya sebep olabilir mi?
Hem hayır hem evet, bazen hayır bazen evet. O kadar kıt kafalıydık ki bundan tek çıkardığımız şey, bir kelebeğin kanat çırpmasının, dünyanın bir tarafında kasırga çıkarabileceğiydi. Sanki kocaman dünyamızda sadece bir kelebek var da onun da işi gücü yokmuş gibi tek günlük ömrünü başımıza kasırga yollamak için uğraşıyor. Sonra bir ad bile koyduk buna: Kelebek Etkisi.
Boş yere günahını almak istemiyorum hayvancağızın. Zaten hayatımda hiç kasırga görmedim ki sitemkâr olayım ona. Ama bir kelebek hatırlıyorum zihnimin uzak köşelerinde. İnanın bana iç dünyamda yarattığı tahribatın bilançosu Katrina Kasırgasından bile büyüktü. Hayatımda hatırladıkça küfür ettiğim hayvanın bu kelebek olması garibinize gidebilir ama hikâyenin sonuna kadar beklerseniz siz de bana hak vereceksiniz.
Bir köyde, çocukların oynayacağı çok da oyuncağı yoktur. En azından benim köyümde, benim zamanımda böyleydi. Sahip olduğum her şey, hayal gücümün bana bahşettiklerinden ibaretti: çamurdan bilyeler, keser ve birkaç çiviyi kullanarak yaptığımız ağaç ev ve dedemin ustalık eseri olarak gördüğüm söğüt dalından düdük. Sitem ettiğimi sanmayın o anlara dönebilmek için nelerimi vermezdim.
Çocukluğumdan bu yana değişmeyen nadir özelliklerimden biri olsa gerek içimdeki hayvan sevgisi. Hayatınızda görmediğiniz kadar kelebeği ben pet şişemde yaşattım. Birkaç günlük ömürlerini arda kalmış bir kola şişesinde geçirmeye zorladığım için beni zalim olarak nitelendirebilirsiniz ama dediğim gibi hikâyenin sonuna kadar bekleyin.
Köyden şehre taşındığımızda bana eski hayatımdaki güzel şeyleri anımsatan tek şey bahar ayında gördüğüm kelebeklerdi. Yaşım biraz daha büyümüştü. Tam hatırlamıyorum, sanırım 13-14 yaşlarımdaydım. Ona sorsak kesin hatırlardı gerçi. “O” dediğim kelebek değil, komşu kızıydı. Beyaz bir teni, kahverengi ile yeşil arasında kararsız gözleri ve pembe ile açık kırmızı arası bir renkteki dudakları… Boyu uzun sayılmazdı belki kısa bile denilebilirdi. En nihayetinde göreceli bir hayatta yaşıyoruz.
Bir insanı sevmek için binlerce sebebiniz olabilir. Ama benim aklıma son gelecek ihtimal parkta yakalamaya çalıştığım kelebeğin, onun dikkatini çekeceğiydi. Meğer benim gibi pet şişeye koymasa da o da kelebekleri çok severmiş. Onu etkileyen şey de bu olmuş. Bu, bir insanı sevmek için yeterli sebep mi? Daha saçmalarını da duyduğuma eminim, neden olmasın ki?
İlk birkaç sene hiç dikkatimi çekmedi, desem yeridir. Sadece o değil, diğer hiçbir kıza da potansiyel sevgili gözüyle bakmamıştım. Gerçekten çok sabırlı biri olduğunu o zaman fark etmiştim. Bana göre bir yere yetişirken arkada kalsam beklenecek kişi değilim. Yıllarca beni beklemesine hâlâ anlam veremiyorum. Git, dedim ona; o kaldı. Sevemem, dedim; seversin dedi. Gerçekten de haklı çıktı. Sevdim hem de nasıl! Sanki iyi bir halt yemişim gibi anlattığıma bakmayın hikâye mutlu sonla bitmiyor. Hâlâ kelebek suçlu.
Birbirimize verdiğimiz onca söz, sevgi sözcükleri, anılar… Gündüzleri onu görmek için salonun perdesine saklanarak usulca izlerdim balkona çıkacağı zamanı. Geceleri ise rüyalarda kovalardım bu anı. Rüyalar, gerçekten de kavuşamayan aşıkların tek gizli bahçesi. Kimsenin, sevgilinin dahi senle buluştuğunu bilmemesi dışında her şey mükemmel, bir o kadar da gerçektir rüyalarda.
Gerçek hayattaki buluşmalarımız rüyalarımdakinden daha sık sayılmazdı. Rapunzel sadece masallarda yaşamıyor. Günümüzde hâlâ kuleye hapsedilen kızlar var. Tabii benim gibi Rapunzel’e olan aşkıyla kuleye tırmanmaya çalışan bir iki aptal da yaşamıyor değil. Belki üç ayda üç kere görürdük birbirimizi. Yeter demiyorum ama bu bile bana bir lütuf gibi gelirdi.
Aynı şehirde okumadık biz, hem hasreti hem vuslatı yaşayanlardandık anlayacağınız.Acı gelirdi zordu da ama sabrettik. Bir erkeğin âşık olduğunu nasıl anlarsınız bilmem ama ben ondan olan oğlumun rüyalarıyla uyanırdım sabahları. Gelecekle ilgili planlamadığım, hayalini kurmadığım tek bir an bile yoktu. Düğünün nasıl olacağından, balayının nerede olacağına, çocukların adlarına kadar… Yarına garantim verilmiş gibi ben senelerimizi planladım.
Hayat sıra nedir bilmiyor, güzel çirkin ne varsa önünüze seriyor. Bir gün arayla hayatımın en güzel ve kötü haberini arka arkaya aldım. Üniversiteyi okumak için yanıma İstanbul’a geliyordu. Allah garibi görürmüş ya hayra yordum ben de. Ertesi günse ayrılmak zorunda olduğunu söyledi bana. Düşünmesi gereken başka insanlar da varmış hayatında. Oysa ben ikimizi korumak için hep dışarıya örmüştüm surları. Nereden bileyim sarayımızın, dışarıdan değil de temellerinden yıkılacağını.
İnanmak başta zor geliyor. Düşünsenize birisi sizi yedi yıl boyunca seviyor ve kavuştuğu anda terk ediyor. Ona yıllarca yalvardım hâlbuki benden uzak durması için. O ise cennetler vaat edip durmadan çağırdı beni. Evet, salak gibi koştum peşinden, sanki mutlu biten aşk hikâyesi varmış gibi. O zaman anladım; kadın denilen o nazenin varlığın cana kastı bile masumane duygulardan doğuyordu. Sevmek kadar masumane…
Kelebek etkisini, o kelebeği kovaladığım günden 7 yıl sonra anladım ben. Ona, beni neden sevdiğini sorduğumda… Ondan sonra ne mi oldu? Kelimenin tam manasıyla hiçbir şey… Ne güvendim insanlara, ne sevdim, ne nefret ettim, ne de kızdım. Beni insan yapan her duyguyu bir kelebeğin kanat çırpışlarında kaybettim ben. Hapsettiğim onca kelebeğin hayatına bedel olurcasına intikamını aldı benden bu küçücük hayvan. İşte size kelebek etkisi… Hâlâ kelebeği masum buluyor musunuz?
Büşra
Bilimsel keşifler için dolaşırken nefes almış oldum. İyi geldi, teşekkür ederim.