Zile basıyorum.
Özlemişim.
Geceler daha soğuk uzaklarda; yabancı soğuk.
Burada yalancı oysa soğuk, en azından sigaramı tam içiyorum.
Kapı açılmıyor.
Filtreye yaklaşmış ateş, bir nefes çekip atıyorum.
Eldivenlerim siyah, gri şeritler fiskelere kadar uzanıyor. Parmaklarım kan kesmiş.
Uzun parmaklarım.

Zile tekrar basıyorum.
Tepemdeki ampul buğulanmış, hava kuru halbuki.
Sırt çantam ağır, hazırladığım kutu ağır çünkü.
Kurumuş güllerle dolu kutu ne diye ağır bassın ki?
Karardı lan güller. Ama hala gül gibi kokuyorlar.
Keskin değil, tozlu bir koku.
Gülleri kendim kuruttum.

Özlemişim çok.
Parmaklarım tutkuyla kızarıyor bu kez.
Saniyeler çok mu hızlı, çok mu yavaş; kestiremiyorum.
Evlenmeliyim onunla.
Biraz telaşlı uzanıyorum bu kez zile.

Uyuyor kesin. Işıklar açık ama.
Kutudaki ağır küre geliyor aklıma.
Evsiz kılıklı bir kadının tezgahından…
Radyosunda One Love çalıyorken, beni görünce gülümseyerek uzatmıştı cam küreyi.
Fosforlu, parıl parıl bir şey.
Kadının yüz hatlarından çok çok daha temiz.

Cam kapının sarı yansımasında makyajımı düzeltiyorum.
Pürüzsüz ve temiz yüzüm.
Diyafondan kim olduğumu soruyor.
Patlatıyorum espriyi. Ağzım kulaklarımda.
Gülmüyor, bastığı küfür yarım kesiliyor.
İçimi telaşlı bir heyecan kaplıyor.
Kıpkırmızı oluyorum; garip bir suçluluk duygusu basıyor içimi.

Kapı açılmıyor.
Sinirleniyorum.
Otomatiğe basıyor, yüreğim zıplıyor.
Koşar adım yürüyorum koridoru.
Biraz sıcak burası.

Merdivenlerden sarışın bir kız iniyor.
Vücut hatları çok hoş. Gözgöze geliyoruz; zeytin yeşili gözleri benimkileri söndürüyor.
Dudakları parlıyor. Rujdan nefret ediyorum.
Gömleği çok hoşuma gidiyor, parlak kırmızı düğmelerden birisi kopmuş.
Dar olmuş üstüne gömleği, düğme yerine ipçikler fırlaması bundan.
Benden güzel. Ama boyu kısa.
Hah. Botları çok küçük.
Neyse, asansörde ayna var.

Kapıyı açıp üçe basıyorum.
Yüreğim patladı patlayacak.
Nihayet duruyor asansör, otomatik kapı sola doğru açılıyor.
Aynadan gözümü almaya çalışırken itiyorum kapıyı.
Gülümserken ıslak kirpiklerimi hissediyorum.
Sola dönüyorum, ahşap kapı yarım açık.
Elim ayağım boşalıyor.

Birkaç adımda görüyorum yanık tenini, beyaz atlet var üstünde.
Salonu toparlamaya çalışıyor.
Övgü dolu bir haykırışı bastırıyorum.
Gamzelerimi çıkarıyorum bu defa gülümserken, ne kadar aptal göründüğüm umrumda değil.
Hislerim depreşiyor; trenler çarpışıyor, gökdelenler yıkılıyor boğazımı temizlerken.
Ellerim ısınıyor kapı eşiğinde, hafiften zonkluyor. Tırnaklarımı kendi boynuma geçiresim var.
Birkaç çamaşırı sepete doğru fırlatıp doğrulurken bana bakıyor…

Evlenmek istiyorum o an; çocuklar yapmak istiyorum.
Kaşları her zamanki gibi istemsiz çatılmış.

Hey!!

Sinirli gibi, elleri titriyor.
Özlemini bastıramadığı çok belli gözlerinden.
İç geçiriyor.
Birkaç kelimeyle sürprizin habersiz yapılması gerektiğini vurgulamaya falan çabalıyorum.
Kelimeleri yanlış telaffuz edince susuyorum.
Kafasını sallayıp bana doğru yürüyor öfkeli öfkeli.
Gülümseyip dudaklarıma yapışıyor.
Sıcacık teni…
Dudakları şekerli, vişne tadı var hafiften.
Zorla dolaba koyduğum reçelden yemiş.
Bedenimdeki tüm hasta hücreler ölüyor.
Öpüyorum.
Nefes alamayınca, kurtarıyorum çenemi ağzından.
Sımsıkı sarılıyorum.

Burnuma sigara kokusu geliyor salondan.
Sigaraya başlamış.
Tekrar öpüyorum.
Sigaradan eser yok.
Tekrar sarılıyorum, kıs kıs gülüyor.
Boynunda küçücük bir çürük var.

Sehpayı gözden geçiriyorum; küllük yok.
Mutfakta kül var. Yere düşmüş.
Tezgahta küllük yok.
Sehpaya dönüyor gözlerim; küllük yok.

Kafamı ellerinin arasına alıp öpüyor.
Şakağımda atan damarı hissediyorum.
Telefonu çalıyor.
Rahatlamış bir edayla iç geçiriyor ve odasına koşuyor.
Sehpaya dönüyorum.
Onlarca nesnenin arasında bir çift halka küpe görüyorum.
Boğazım acıyor.

Temiz parkede parlayan bir saç var.
Çakma bir sarı.
Göğsüm acıyor.
Telefonu kapatıyor.
Bacaklarım hissiz, tüm kan yanaklarıma gidiyor.
Sol yanımdaki dolabı açıyorum.
Reçel yok.

Odasından çıkıyor.
Sağ yanımdaki spor ayakkabımın bir tekinin içinde kırmızı, küçük bir düğme parlıyor.
Yüzümü görüyor.
Gülümsemesi donuyor.
Gözlerinin içine bakıyorum.

Olduğu yerde kalıyor.
Bakışları deli.
Birbirimize bakıyoruz.
Ağlamıyorum.

Susuyor,
Bağırmıyorum.

Gözlerini kaçırmıyor.
Parkeye tükürüyorum.
Kafasını eğiyor.
Piramitler yerle bir oluyor.
Yüzüm acıyor.

Birbirimize bakıyoruz.
Yüzlerimiz acıyor.
Yok oluyoruz.

Yüzüme bakıyor.
Ağzı açılmış.
Gözleri dolu.
Haykırmıyorum.

Tüm kutsallarım yıkılıyor.
Birkaç dua hatırlıyorum.
Çocukluğumun geçtiği bahçe…
Yalvarıyor bakışları.

Gözümün önünden; iki hafta önce gece boyunca uyumadığımız çocuğun,
sert vücudundaki dövmeler geçiyor.
Yüreğimdeki kir, onunkiyle birleşiyor.
Ağlayamıyorum.

Üç gün önce sarhoşken, yatağında uyuduğum başka bir çocuğun sakallı yüzü var aklımda; yumuşak dudakları.
Yüzüm acıyor.
Üç hafta önce beni odasına alan sarışın çocuğun gözleri…
Haykıramıyorum.

Birbirimize bakıyoruz.
Yok oluyoruz.
Hiç oluyoruz.
Birbirimize bakmıyoruz.
Yokuz.

Ağlayamıyorum.
Aklımda tek bir ‘temiz’ kalıyor:
Kirli kadın gülümsüyor; binlerce iğrenç siluetin arasında.

Bir küfür savuruyorum.
Sadece dudaklarımda küfür…
Sesim titremiyor.
Samimiyet yok küfrümde.
Vurgusuz.

Gözlerine bakıyorum.
Yok oluyorum.

Kapıyı çarpmıyorum.

Mehmet Ali Baba
mehmetalibaba@lisan-iask.com
ARALIK 2012

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir