O kadar hesaptan sonra düşüncelere daldı. İhtimaldi her şey olan veya olmayan. Evet kesinlikle böyleydi. İhtimaldi herşey. Yaşamak kadar ölmekte ihtimaldi. Var olmak kadar olamamakta ihtimaldi. Cennete gitmek kadar gidememekte ihtimaldi. Başarmak kadar başaramamakta ihtimaldi. Çelebi düşündükçe düşündü. Aklında dolandırdı durdu düşünceyi. Ölçtü biçti. En sonunda dedi ki evet “ihtimal”, her şey ihtimal. Sustu sonra yine, bir oradan bir buradan aldı aklın suyunu. Sonra döndürdü yine akıl değirmenini. Düşündü, düşündü. Bir şuradan bir buradan. Şöyle olsa böyle olur derken… Sustu yine. Çaresi yoktu ihtimaldi her şey. Sonra birden düşüncenin çığlığını üfledi benliğine. İçten içe bu ihtimal değil kesin olur dedi. İhtimal benim yapıp yapamamam üzerine konuşulmalı. Yoksa kesin olur. Durdu, düşüncesini yokladı. Bir an yanlış mı dedim diye düşündü. Sonra yok ne yanlışı kesin uçar insan. Yalnız şurasını bilemem: ben uçabilir miyim? Orası işte ihtimal dedi. Sonra bıraktı cetvelini kalemini elinden. Çıktı çalışma odasından. Yorgundu. Uzandı yatağına aklında bin bir ihtimalle. Acabalarla… Sonra göz kapakları yavaş yavaş kapandı.
Bir rüya düştü düşlerinin ortasına Çelebi’nin. Yüksekçe bir yerdeydi. Aşağısı neredeyse görünmüyordu. Bulutlardan da üstte gibiydi. Sonra içini bir ürperti kapladı. Boşluğa kendisini bırakma hissi belirdi zihninde. Aslında atlamak istemiyordu. Ama bir his atlamaya mecbur etti Çelebiyi. Görünmez bir şey ittirdi arkadan. Boşlukta kuşlar gibi süzülmeye başladı. Tam uçmaya alışır gibi olmuştu ki birden uyandı kan ter içinde. Kalbi göğüs kafesini çatlatacak gibi çarpıyordu. Yatağın yanında ki bir bardak suyu içti . Terini sildi. Doğruldu yataktan fırladı çalışma odasına. Evet dedi kuş gibi… ben de onlar gibi uçabilirim. Başladı ölçüp biçmeye.
Eskiler ne yapmış diye araştırdı çokça zaman Hezarfen Ahmet. İsmail Cevheri adında bir Türk-İslam bilgininin eselerinden çok fayda gördü. Birin üstüne binde kendi koydu. Zaten adı da bu sebepten gelmekte değil miydi? Hezar Farsçada bin demekti. Fen de ilim olduğuna göre bin ilimli demekti sıfatı Çelebi’nin. Uçabilseydi ah birde tam olacaktı. Kendinden önce bir elin parmağı etmeyecek kadar insan başarmıştı bunu. Şimdi tarih sahnesinde yerini almak Ahmet Çelebi’ye nasip olur muydu bilinmez. Ama tek bilinen o günlerde Çelebi’nin bilgili olduğu değildi. Birazda çılgın oluşuyla farklıydı. 17. yy’da “uçmaya çalışmak” diye bir tabir bile bilinmezdi. “Uçmakla” “insan” bir arada olamazdı çünkü. Nasıl bir kuş düşünemezse insan da uçamazdı. Bunun tartışması bile yapılamazdı hatta. Ama bin ilimli Çelebiydi bu da. Az uz bir adam değildi. İhtimali vardı çünkü ona göre her işin. Başarmak için önce inanmak lazımdı bir işin olabileceğine. İşte Çelebi buna sahipti. İnanca…
Hezarfen Ahmet gördüğü rüya üzerine yoğunluğunu kuşlara verdi. Kuşların kanat yapılarını inceledi. Rüzgarla olan uyumlarını. Uçarken duruş biçimlerini. Kısacası kuşların uçma abc sini sökeledi Çelebi. Bu arada da geceler gündüzlere karışmaya başladı. Çelebi her anını hatta uykusunu bile bu işe kiraladı. Rüyalarında yedi tepeli şehrin bir o tepesinde bir bu tepesinde uçmaya başladı. İnanmıştı bir kere bu işe, koymuştu kafasına. Kendi çağdaşı Evliya Çelebi onun için söylenen, dönemin padişahı 4. Murad’ın tasvirini şöyle aktarır; “bu adam pek korkulacak bir adam, çünkü neyi kafasına koysa yapıyor.”
Vakitlerden ikindi Okmeydanın’da. Zamanlardan 17. yüz yıl. Kolları tüylerle kaplı bir adam bir sağa bir sola koşuyor. Tanımasalar adamı deli zannedecekler. Adımlar bazen yerden kesilir gibi oluyor. Bir adım iki adım üç adım derken on adımlık yeri adımsız geçiveriyor havada. İnsanlar biraz ilgiyle bakıyorlar. Sonra kayıtsız kalıp çekip gidiyorlar. Halbuki neye şahitlik ettiklerinin farkında bile değiller. Çelebi her türlü eksiğini fazlasını kavramaya çalışıyor. Bir tüy sağdan çıkarıyor sola takıyor. Baktı yalpa yapıyor. Soldan üç tüy alıp sağa takıyor. Ve en sonunda dengeyi buluyor. Tamam diyor bu iş bu kadar. Çelebi evinin yolunu tutuyor. Tutuyor ama gönlü yedi denize sığmıyor. Yarın uçacaktı çünkü. Yani uçacaktı. Düşünsenize kuşlar gibi uçacaktı. Kimse uçmazken o uçacaktı. Bırakın uçmayı kimsenin aklında böyle bir düşünceye yer yokken o başaracaktı, uçacaktı. Neden sonra kalbine “ihtimal”in acısı düştü bilemedi. Ya olmazsa dedi. Öyle değil miydi? Yaşamak kadar ölmekte bir ihtimal değil miydi? Sonra birden aklını topladı. Yaşarken ölme ihtimalini düşünürsem hayat zehir olur bana dedi. Kendimi kandırmadan yaşamalıyım ancak. Ölme ihtimalini de düşünmek gerek tabi. Ama hiçbir zaman ölüm benim hayatıma zehir olmamalı. Yaşama isteğimi elimden almamalı. Sonuç olarak topladı kelimeyi zihninde, başarısız olma ihtimali başarmamın önünde engel olmamalı dedi. Sonra başını yukarılara dikti bir serçe geçti başının üstünden. İyice süzdü onu. Sonra birde kendine baktı. Başını yere eğdi. Hafifçe gülümsedi. Bu uçuyorsa ben kasırga olur dünyayı bir baştan bir başa dolaşırım dedi. Kibir değildi bu. Yada kuşu aşağılama değildi. Sadece başaracağına kendini inandırmak. Bir kıyasla ihtimalini kendi içinde kuvvetlendirmekti.
Yarın hava nasıl olur onu hesaplamıştı. En uygun gündü yarın ayakları yerden kesmek için. Ya yarındı yada hiçti. Derken Çelebi’nin gözleri yavaştan kapandı. Sabahın ilk ışıkları ile kalktı. Hazırlıklarını yaptı. Dua ede ede. Kendini ihtimaline inandıra inandıra tuttu şehrin yüksek mekanı olan Galata Kulesi’nin yolunu. Uçuş için en uygun yer orasıydı. Yüksekti. Kalkış için yeterince hıza ulaşamadığından yüksekten bırakacaktı kendini boşluğa. Sonrası rüzgarın işiydi. Kanatlarına değdikçe rüzgar, O uçacaktı.
Serin bir yel esti arkasından. Gözlerini boğaza doğru dikti. Yavaş yavaş bir ilersine bir gerisine göz gezindirdi boğazın. İki yakasına da verdi selamını. Hem Anadolu’ya hem Avrupa’ya. Sonra son kez kontrol etti kanatlarını. Bir sorun yok gibiydi. Dilinde dua gönlünde inançla azmetti Çelebi uçmaya. Baktı ötelere, sonra saldı kendini boşluğa. Açtı kanatlarını bir kartal misali. Selam verdi rüzgara. Rüzgar da ona karşılığını tabi. Kaldırdı Çelebi’yi rüzgar yukarı. Toprağında onca zaman gezindiği şehrin şimdi semasında süzülüyordu. Denizinde kürek çektiği şehrin tam boğazından uçarak geçiyordu. Duygular boğazında düğümlü boğazı geçiyordu Ahmet Çelebi. Hem de padişahlara bile fazla gelen bir şaşayla. Olmuştu işte başarmıştı. Uçmuştu ya, şimdi şurada rüzgar kesilse yere çakılsa fark etmezdi. Ölse fark etmezdi. O bir şeyleri kanıtlamıştı ya bu yeterdi. Bir ufuk açmıştı ya kendinden sonrakilere o yeterdi. Ama düşmedi Çelebi. Tamtamına 3558 m uçtu. Galata kulesinden Üsküdar’ın Doğancılar semtine kadar.
Yere ayak bastığı anda uçmanın kıymetini bir kez daha kavradı Çelebi. Şükretti sonra kendisine nasip olduğuna. Bu sırada padişah hazretleri de kendisini Sinan paşa köşkünden izliyormuş.
Aradan çok zaman geçmeden padişah Hezarfen’i yanına çağırttı. Yaptığı işten iyice bir sual etti. Hayretle dinledi uçuş macerasını. Helal olsun Sana bir kese altın Çelebi dedi. Keseyi fırlattı önüne. Sonra peki nereden çıktı bu iş dedi. Yani uçma işi. Hezarfenin cevabı net ve keskindi. Bu akıldan çıktı. Yapmasak bin tane ilime ayıp etmiş olurduk padişahım. Namımıza yazık etmiş olurduk. Biz ilmimizin zekatını verdik. İlmin Sahibine bir armağan sunduk insanlığın yararı adına. Uçmasından çok azmine inancına hayret etti padişah Çelebi’nin. İnancındaki asiliğe biraz takıldı aklı. Az zaman sonra bir ferman çıkarttı padişah. Bu adam korku duyulacak bir adamdır, her ne murat ederse elinden gelir, böyle kimselerin bekası caiz değildir. Kim bilir, belki de bu ferman padişahın dilinden çıkmıştır sadece. Aklı böyle bir şey dememiştir. Bu evhamı başkaları sokmuştur aklına. Sonra ferman gereği; bir şüphe üzerine bin ilimli Ahmet Çelebi sürülür Cezayir’e. Sürülen sadece bir ceset değildir tabi. Bin tane ilimdir. Ekmektir. Şifadır. Candır. Her şeydir.
Elma ağacının işi elma vermektir. Niye elma veriyor diye kesilen bir elma ağacı gördünüz mü? Görmek isterseniz Çelebiye bakın. Elma veren ağaç kesilirse kalan kimdir? Meyve vermeyen ağaçtır. Kim bilir, belki de koskoca Devlet-i Aliye de hiç bir şey vermeyen ağaçlar yüzünden yıkılmıştır. Devletin toprağından faydalanan ama hiçbir şey vermeyen. Sadece azaltan hiçbir şey eklemeyenler yüzünden. Sonra da kıskanıp yanındaki meyve veren ağacı kökletenler yüzünden.
Koskoca Çelebi Cezayir’de bir süre yaşadıktan sonra vefat eder. Cesedine sahip çıkılmış mıdır bilinmez. Ama ilmine sahip çıkmadığımız malumunuzdur. Bari hatırasına saygı duyabilsek! Hezarfen atamızı rahmetle yad edebilsek keşke…
Baran Dogukan Durmus
Merhaba, Benim ismim Baran ve Amerika Birlesik Devletleri’nin Virginia eyaletine 2 yil once tasindim. Ogrenciyim , tograflarinizi ve bilginize ihtiyacim var izin verirseniz kullanmak istiyorum, simdiden tesekkurler…