Güneş sıkı bir dost gibi sarıyor bedenimi. Yalnız bedenimi değil içimi de ısıtıyor sıcaklığıyla. Oysa çok olmadı kış biteli. Daha bitmedi ki(!) Ama güneş ısrarcı, yarışıyor bulutlarla yeter önümü kesmeyin diye. Galiba sevildiğini bildiğinden pes etmeye de niyeti yok. Daha kuşlar cıvıldamaya, ağaçlar tomurcuklanmaya başlamasa da yeşil tonlar hayatımızdaki yerini almış. Doğa baharı beklediğini belli ediyor inceden. Umutları hiç bitmiyor kuşların, ağaçların. Doğa ne muhteşem. Sanki bize örnek olmak için elinden geleni yapıyor yaşadıklarıyla.
Her insanın sert geçen kışları olur hayatında. Öyle karlar yağar ki güvendiği dağlara, sanki hiç yerden kalkmayacakmış gibi. Ve insan yapmaması gerekeni yapar hep bu durumda; vazgeçer yaşadıklarından, üstünü örter hepsinin, umutsuzluğa düşer sonunda. Hayatındaki en zor yükü taşıyormuşçasına yorulmuştur şimdi. Hali yok, dermanı kalmamış. Peki ya güvendikleri…
Unuttuğu bir şey vardır bu durumda insanın. Güveni oluşturan şeyleri düşünmekle başlayalım. En başta yaşamı paylaşmak gerekmez mi biriyle? Sevginin yerini unutmamak gerek hiçbir zaman. Kişi sevdi mi karşısındaki insanı başlar anlatmaya. Biri anlatır biri dinler derken diğeri anlatır bu kez anlatan dinler. Hayatlar paylaşılır, yemekler paylaşılır, gülücükler paylaşılır derken umutlar paylaşılır, beklentiler paylaşılır, sırlar paylaşılır. Bir de bakmışız ki ortaya iki sağlam dost çıkmış. Güven, sevgi, saygı, hoşgörü… Kısacası tüm güzellikler dahildir dostluk paketine. Yeri gelir ailelerden bile istenemeyen şeyler dostlardan istenir. Kimseye güvenilmezken dosta güvenilir, kimse destek çıkmazken o destek çıkar. Unutulan ya da es geçilen durumlardan biri de kişi kendini ne kadar açarsa açsın, birine ne kadar güvenirse güvensin kendinde hep bir saklısı vardır. Kimseye söyleyemez kendince sebeplerden. Kara kış işte bu zamanlarda yaklaşır dostluk gezegenine. Ortada bir durum vardır şimdi; dostunuz için gerçekleştiremeyeceği bir istek, sizin için dostluğunuza atılmış bir kazık nedenine bakılmaksızın. Tek kalemde silinen yaşanmışlıklara olur olan. Ne kadar güzel olsa da hatırlanmamak için bir kenara atılırlar.
Sorgulamak gerek hayatı. Bir insan bir davranışı neden yapar? Anlamak gerek sebeplerini ve insan sahip çıkmalı anılarına, asla anılarını terk etmemeli. Bir dost her an istediğimizi yapmadı bize uymadı diye silinmemeli hayattan. Çünkü dostluk inşası zor, yıkılması kolay bir bina gibi.
Çok zor olmasa gerek azıcık sınırlarımızı bilmek. Saygı duymak gerek, bize ne kadar yakın olursa olsun dostlarımıza. Onun da bir mahremiyeti olduğunu ve buna saygı duymak gerektiğini bilmek gerek. Bu basit kural diğer tüm insanlar için geçerlidir, hayatı bize yaşanır kılar. Biz hayata ne verirsek hayat bize onu geri sunar. Boşuna dememiş atalarımız “ Ne ekersen, onu biçersin.” diye. Onca anı paylaşmışken, zor olmalı tek kalemde üstünü çizmek yapılan bir hatayı düzeltmek gibi.
Her kışın arkasından baharın geldiğini görüyoruz hepimiz. Biz istersek kendi dünyamızda istediğimiz mevsimde yaşayabiliriz. Bunu seçmek yalnız bizim elimizdedir, başkalarının değil. Dostlarımızla birlikte sert kışlar yaşayabiliriz ama bunun ardından dostluk baharı gelir hayatımıza, sevgi güneşimiz doğar yeniden. Hatta dostlarımızdır o zorlu kışlarda bizi soğuktan, yağmurdan koruyan. Yokluğunda fark edersiniz ki hiçbir yaz güneşi bir dost kadar ısıtamaz içinizi.
Kazanması böylesine zor olan bir güzelliği, kaybetmesi de kolay olmamalı. Arada gelişen dostluk bağı o kadar kıymetlidir ki hep şöyle denir; kardeşler zorunlu kardeştir, bu bizim isteğimize bağlı değildir ama dostlarımız seçilmiş kardeşlerimizdir. Baharımızda bahçemizden eksik olmaması gereken yegane çiçeklerdir onlar.
Tansu Kariptansukarip@lisan-iask.com
Mart 2013