Her arkadaş bir yol değil midir? Kalpleri de yol arkadaşı. Bu yolda bazen çok samimi yürürsünüz bazen çok uzak. Bazen aynı anda farklı adımlar atarsanız, bazen farklı ayrımlarda aynı adımlar. Bazen engeller çıkar. O engelleri birlik olup aşarsınız. Bazen de o engelde yalnız kalırsınız. Cesaretsizlik mi sizi yalnız bırakan yoksa kalpteki size ait olan sevginin eksikliği mi? Ne yapmak gerekir engellerde yalnız kalmamak için? Hep aynı yollardan mı geçmeliyiz?
‘’Hep aynı yollardan geçmek’’ bu cümle sadece bir göz yanılgısı. Ne kadar da içi boş! Yol mu önemli olan yoksa yol arkadaşı mı?
Biraz sert bir geçiş yapacağım şimdi…
Sevgiliye sunulan hediye… Şimdi sizden biraz düşünmenizi isteyeceğim. Bugüne kadar sevgilinizden aldığınız hangi hediye kalbinizin hızlı atmasına sebep oldu? Farklı bir söylemle sevgilinizden aldığınız en anlamlı hediye neydi? Tek taş bir yüzük mü? Son model bir araba mı? Bir kamyon dolusu gül mü? Kemancı eşliğinde bir tekne turu mu? Gecenizi aydınlatan yüzlerce mum mu? Bir bakış mı? Bir söz mü? Kuru bir çiçek mi? … Nedir hediyeyi anlamlı kılan? Doğru zaman da verilmesi mi? Maddi değeri mi? Yoksa içindeki samimiyet mi?
Hep karşı taraf üzerine yoğunlaştık, hediyeye baktık, kalbe baktık. Biraz da aynaya bakalım. Siz hiç bir çiçekten bir kalp yarattınız mı? Bulutlara bakıp da bir ağaç gördünüz mü? Yıldızlardan bir resim çizdiniz mi? Ne kadar anladınız size sunulanı, ne kadar anlattınız kendinizi? Karşı kalbe kendinizi anlatırken koyduğunuz sınır ne kadardı? Bir soru daha kendiliğinden çıkageldi. Hediyeyi anlamlı kılan onu size sunan kalp mi? Kalpleri ayırdığımız gibi kalplerde de yerimiz farklı. Bazen çok istememize rağmen bir kalbin içine giremeyiz, bazen istemesek de bir kalbin içine mahkum oluruz. Girdiğimiz kalpte bazen çamurlar içindeyizdir, yerin dibine batmışızdır, bazen ise kuş tüyü yastıklarda gökyüzünde seyahat ederiz. İnsanlar sizi kalplerine tanıdığı kadar ya da tanımak istediği gibi tanıtıyor. Bir süre sonra kalp bunu kabul ediyor ve o kalpte öyle kalıyorsunuz.
Sizi şimdi tarihin tozlu raflarına sürükleyeceğim…
1453 İstanbul alınmıştı. Bunun üzerine şairler kasideler yazıp Fatih Sultan Mehmet’i tebrik ediyorlardı. Sultan da şairlere bol bol hediyeler veriyordu. Bir gün Anadolu’dan yeni gelmiş olan bir şairde sultanın huzuruna çıkıp şu vezni olmayan dizeyi okudu:
-Devletli Hünkârım, sabahınız hayrolsun,
Yediğin bal ile kaymak, güzergâhın çayır olsun!
Fatih Sultan Mehmet bu şaire diğerlerinden daha çok ihsanda bulundu. Bunun üzerine yakınları bu duruma itiraz etti:
-Sultanımız, bundan çok daha güzel kasidelere daha az hediye verdiğiniz halde, bu sıradan iki satıra neden bu kadar değer verdiniz?
Fatih Sultan Mehmet tebessümle şu cevabı verdi:
-Bunu hepsinden daha samimi bulduğum için; bu adam ömründe en leziz yiyecek olarak bal ve kaymağı biliyor. En güzel yer olarak da çayırı bilmiş. Bundan daha üstün bir şey görmemiş ki bana layık görsün. Hayatında ki en üstün şeyleri bana layık görmüş, bundan daha güzel satır olabilir mi?
Ve yazımı bitirdim sevgili kalp…