İşler yolunda değildi pek o günlerde. Anadolu’nun ve İslam’ın kalkanı Selçuklu dağılmak üzereydi. Moğol sefilleri akın üstüne akın, talan üstüne talan yapıyordu. Cengiz Han dedikleri zorba önüne geleni eziyordu. Merhametini kaybetmiş sırtlan gibi. Anadolu’nun içlerine kadar giren Moğollar, yiyecek ekmeği bırak, alacak nefesi bile yağmalamıştı. Huzur adı sanı unutulmuş bir yitik şehir gibiydi.
Böyle kötü zamanlarda Eskişehir’in Sivrihisar kasabasının Sarıköy köyünde, garip bir Yunus yaşardı. Geçimi topraktandı her Anadolu insanı gibi. Kıtlık onunda boğazına giren lokma üçse, bire indirmişti. Ondan ziyade Moğol eşkıyasının baskın haberleri her lokmayı zehir eder olmuştu. Duyulana göre gece ansızın gelirlermiş, çoluk çocuk genç yaşlı herkesi öldürürlermiş. Yunus’un tek kendi olsa neyse; karısı, çocukları, birde Moğol istilasında kimsesiz kalmış bir hayli bakıma muhtaç garip vardı. Yunus’un derdi çoktu anlayacağınız.
Kıtlık kuşatmışken dört bir yanını Yunus’un, bir haber alır uzaklardan. Nevşehir’de Horasan erenlerinden Hacı Bektaş-ı Veli adında bir mübarek himmet edermiş insanlara. Onun himmeti hem maddi hem manevi olurmuş. Bu haberi duyan Yunus, arkada bir sürü yaşlı göz bırakarak tutmuş erenlerin yolunu. Gel zaman git zaman varmış huzura. Derdini anlatmış derdin hekimine. Hacı Bektaş Yunus’a başka davranmış. Tutmuş birkaç gün tekkesinde. Ama Yunus’un acelesi varmış. Beklemek işine gelmezmiş o yüzden. Durumu müritler iletir mürşitlerine. Bekataş-ı Veli buğdaydan ziyade ona manevi himmet verelim, nefes edelim der. Yunus’un aklı geride kalanlarda olduğu için bir an önce buğdayı alıp gitmek ister. Geri çevirir himmeti. Velhasıl bu böyle üç kere tekrarlanır. En son Bektaş-ı Veli “verin istediğini gitsin“ der. Yunus alır buğdayını tutar Sarıköy’ün yolunu. Köyüne geldiğinde hatanın büyüğünü ettiğini anlar. Ama ne çare köy artık yok. Canından çok sevdiği karısı Yıldızı yok. Evlatları, sahip çıktığı garipler yok. Bir duman yükselmekte sadece göğe. Köyün üstü kapkara bulut. Yangını Yunus’un yüreğinden. Harı Yunus’un yüreğinden. Toplar kendini sonra Yunus. Koca bir mezar kazar. Zalimin zulmüne kurban verdiklerini gömer. Yüreği mezarlıktır artık Yunus’un. Doğruca kalan tek kapı ya döner Hacı Bektaş’ın kapısına.
Yunus varır Bektaş-ı Veli’nin dergahına. Görmek ister mübareği ama ne çare kaybetmiştir şansını bir defa. Müritler gelir Yunus’a var git Taptuk Emre’nin yanına. Senin kilidini ona vermiş Sultan’ımız derler.
Garip başını alır gider Yunus Aksaray taraflarına. Yüreği Yıldız‘ının yokluğunda iyice masum kalmıştır. Onu tutacak bir ele ne çokta ihtiyacı vardır. Derken varır Emre’nin kapısına. Taptuk Emre onu iyi karşılar. Yunus’un yüreğinde dağlar birbirine çarpar bu karşılaşmada. Gök ehli kutlu bir buluşmayı izler semadan. Dili tutulur Yunus’un. Edepten sustu zanneder bilmeyenler. Lakin onun adı edepten susmak değildir. Candan dile hiçliğin akmasıdır. Aşkın bir getirisidir sevgilinin o mübarek huzurunda susmak. İşte bizim Yunus’un susuşu bundandı. Yok oluşu varlığını kaybedişi ilk anda.
Taptuk Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin emanetine sahip çıkar kabul eder Yunus’u. Tekke hayatı böylelikle başlamış olur Yunus’un.
Yunus’a kalacak bir yer verirler. Oda arkadaşı nasibine bir Moğol askeridir. Lakin o artık Taptuk Emre’nin bir kuludur. Cengiz Han’ın uşaklarından biri değil. Yunus içeriye girince aklı başından gider. Sinirden zor sığınır odaya. Canından çok sevdiklerini alan soydandı bu Moğol da. Yunus sinirini yutar ve selam verir. Selama karşılığı alır. Ama içinde selamet dilekleri yerine bin bir beddua vardır Yunus’un. Bir aralık adamın kör olduğunu fark eder Yunus. Bir an içinde bir burkuntu hisseder. Gönlü yumuşar hafiften. Derken adam söze girer. Ağzı, bal şerbet akıtan kurna gibidir. Yunussa susuzdur. Ama içmek istemez ondan bir yudum dahi. Adam söze girer sonra derki; hepimiz fani, ölüm gelir ani, hata insanın hamurunda var. Gerekmez tevbe edene zulüm, yakışmaz Can Yunus intikam. Sözlerin tesirinde kalan Yunus kalbinin kulaklarını tıkamaya çalışsa da bir nebze kırılır kini. Adam der ki iki rekat namaz kıl da aramızda dostluk olsun. Bu odaya da bana da selamın olsun. Yunus namazda Tebbet Suresini okumamak için kendini zor tutar. O günü böylelikle tamamlarlar.
Ertesi gün sabah, tekke hayatının hareketliliği içinde kaybolur Yunus. Ona da bir görev verirler. Odun toplamaktır adı. Yunus’un kırk yıl boyunca yapacağı işin adı budur artık. Ama işin iç yüzünü bilen Emre’dir ancak. Yunus gel zaman git zaman odun çekermiş dergaha. Ama getirdiği odunların hiçbirisi eğri olmazmış. Bir gün Sultan Emre sorar Yunus’a: “Yunus bu odunun hiç mi eğrisi yoktur koca ormanda.”Yunus derki: Taptuk Sultan’ım in dergahına eğri odun soktu derlerse Yunus. Bu canım dayanmaz efendim. Utancımdan ölürüm. Yüzünüze bir daha bakamam.” Durumu anlar Emre. Aşkın yükselen dumanını fark eder.
Yunus’un odun toplarken zikir görevleri de vardır. Onları da getirir yerine. Hele içlerinde birisi vardır ki ben bilmem zikridir adı. Yunus’u alıp göklere çıkarıp aşk ile yıkayıp yere indiren odur aslında. Bu zikir Yunus’a adını bile unutturur. Hiçliğini bildirir. Kendini bilen Rabbini bilir sırrına nail olur. İnsan kendini hiçliğini bilerek bilir. Yani insan kendini bilemediği zaman hatırlamadığı zaman Rabbini bilir. Kendinde olupta kendini bilmek zordur herhalde. Çünkü devamlı kötülük fısıldayan nefis sökülüp atılamaz bu candan. Sökülseydi “beni bir an bile nefsimle baş başa bırakma demezdi” şu alemlerin Sultanı(Sav).
Yine bir gün Yunus sırtına alır odun kefesini çıkar ormana. Ta uzaklardan Selçuklu alayı yaklaşır Yunus’a. Yunus garip bir oduncudan başka bir şey değildir görünürde. Sorarlar: -Adın ne?
-Ben bilmem.
-Nerelisin?
-Ben bilmem.
Sorular uzar gider tabi ben bilmemler de. Son soru ise canını yakar Yunus’un. Çünkü soru maşukunun adıyla başlar ve biter. Kendine getirir Onu. “Ey ihtiyar oduncu her şeye ben bilmem dersin peki şunu da mı bilmezsin. Taptuk Emre’nin dergahında bir adam varmış. Ettiği her dua kabul olurmuş. Değdiği her şey bereket bulurmuş. Gözlerinden yaş yerine aşk akarmış. Emre’nin dergahındanmış.” Yunus durur biraz adamlara bakar. Ve söze başlar;” Siz bal akan nehir bal kasesini ne sorarsınız. Gönüllere aşk tohumu saçan varken fırtınadan ne söz edersiniz. Melek varken melun Şeytan’dan ne söz edersiniz der. Benim Taptuk Sultan’ım dilese baktığı her yer zümrütten, altından, yakuttan olur” der. Ama Can Yunus sevgilisinden başka birisini öven bu adamın sözleri karşısında çok üzülmüştür. Boynu iki büklüm dergaha döner. Dergahta bir hareketlilik vardır. Meğerse dergaha o alay kendinden önce gelmiş Yunus’tan haber vermişler Taptuk Sultan’a. Emre yanına çağırmış varır varmaz Yunus’u. Sormuş Taptuk ne gerek vardı bunca şeye. Yunus dökmüş gözyaşını Sultanı’nın önüne. Sultan’ım senden değil de başkasında bahis ettiler. Sen dururken ne gerek var başkasından söze. Sen her cana yeter himmet ederken… Bende bir iki kelam laf ettim Sizden yana. Kusurumu affet Sultan’ım. Bir daha ağzımı açmam. Taptuk Emre durumu anlar. Diyeceğini demez. Tamam Yunus çıkabilirsin der. Kapıdan çıkar çıkmaz herkes yanına gelir Yunus’un. Nasıl yaptın mübarek Yunus bu işi. Hele anlat bize de şu kerametin sırrını. Yunus bir şey anlamaz. Ne kerameti der. Dergahın yeni dervişleri Yunus’u bilmezden gelir sanırlar. Ancak Yunus’un oda arkadaşı can yoldaşı sırtını emanet ettiği hal ehlidir. Durumu o da anlar Taptuk Sultan gibi. Garip Yunus olanların farkında değildir. Meğerse işin aslı şuymuş: Yunus, Sultan’ından iki gözü yaşlı bahsederken; Onun baktığı her yer zümrütten, altından, yakuttan olur dediği anda her yer: bir zümrüt bir altın bir de yakut olmuş. Garip Yunus’sa işin aslını çok sonraları öğrenmiş tabi. O dergahta ki sordukları kişinin kendisi olduğunu. Derken gel zaman git zaman Yunus’un her yeri odun taşımaktan yara bere bağlamış. Haline bakmış odunculuktan başka bir işe yaramazım gibi gelmiş kendine. Dergahtan ayrılmak muradına düşmüş. Durumu sezen Emre Yunus’a biraz ters davranınca da ipler kopmuş tümüyle. İzin almadan bir gece Yunus çıkmış gitmiş dergahtan. İşin aslı ise bir hikmetten dolayıdır. Yunus’u tam Yunus yapmak içindir. Salıvermiş yol vermiş Taptuk Emre Yunus’a bu yüzden. Aç susuz yollarda kırılacakken karşısına üç derviş çıkmış onlara takılmış Yunus. Bu dervişler bir mağarada kalırmış. Hal ehliymiş mübarekler. Her yerleri kerametmiş. Üç gün boyunca gördüklerine şaşmış Yunus. Her gün kendiliğinden sofralar gelişine, taştan akan suların işleri bitince çekilişine. Kurtların ayıların kendilerine saldırmayışına. İçinden demiş ki ben Taptuk Sultan’ımın yanında kırk sene odun taşıdım. Bir bana bak birde şunlara. Dördüncü gün dervişlerden biri demiş ki: “Mübarek kardaşım bugünde sen dua ediver. Gökten bize Rabbimiz bir sofra indirsin.” Yunus’u almış bir telaş. Onlar gibi değildi ki Yunus, şimdi asıl yüzü görülecekti işte. Elleri titreye titreye abdest alır Yunus. İki rekat hacet namazı kılar. Kaldırır ellerini Rabbin dergahına. Eder duayı. O da ne, gözlerine inanamaz gökten bir mübarek sofra iner önlerine. Güzelce yerler yemeği. Sonra sorarlar Yunus’a ey mübarek kardaşım sen kimin hürmetine istedin sofrayı. Yunus ellerini ovuşturur. Ben sizin hürmetine dua ettiğiniz mübarek adına istedim der. Asıl siz kimin hürmetine istediniz dostlar der. Adamın biri başlar söze ta ki sonunu getirene kadar. Aksaray illerinde Taptuk Emre diye bir mübarek vardır. Onun dergahında bir Derviş Yunus varmış. Dilleri baldan tatlı. Gönlü şeker şerbet ırmağı. Hal ehli zamanın büyüklerinden bir zatmış. Her ilde ondan bir kerametle bahsedilir. İşte kardaşım biz onun himmeti ile isteriz isteyeceğimizi. Yunus’un dili tutulur. Diyeceği varsa da unutur. Unuttuğunu bile unutur. Aklında Taptuk’tan başka hiçbir şey kalmaz. Yönünü dergaha döner. Bir gidişle gider ki durdurana aşk olsun. Arkasından seslenir dervişler ama ne çare. Yunus maşukuna uçar kanatsızca.
Bir hayli zaman sonra perişan bir halde varır Yunus dergaha. Görüşmek ister Sultan’ı ile. Ama Sultan Emre yüzüne bakmaz Yunus’un. Bir gün iki gün dayanılmaz bu hale. Birde dervişler dergahtan gitsin diye döverler Yunus’u. Ama Yunus’un kolu kanadı kırılmış aldırır mı. Gönlünün mecali elinden gitmekte. Üzüldüğü tek şey Sultanı’nın ona artık bakmayışı. Gel zaman git zaman Taptuk Emre’nin karısı Yunus’un yanına gelir. Yunus iki gözü iki çeşme anam ben ne edem nerelere varam. Taptuk Sultan’ım yoksa ben nasıl yaşayam. Anamız ona şu öğüdü verir. Gece gel kapımızın önüne yat. Emre’nin gözleri görmez. Sana basar. Bana kimdir bu diye sorar. Bende Yunus derim. O bizim Yunus derse seni kabul etmiş demektir. Hangi Yunus derse var git oğul buralardan der. Yunus tamam der. İşte o tamamdan sonra zaman akmaz. Cennetteki gibi öncede sonrada bir an oluverir. Her işin sonunu öncesini bir anda aklında toplar Yunus. Yaptığı hatayı düşünür. Bizim Yunus demezse Sultan’ı, düşeceği ateşi düşünür. Düşünüşte bizden farkı yoktur. Lakin bu Yunus’tur. Her düşüncesi bir yaşanmışlıktır. Bir sevinç yada bir ölümdür.
Gece olur. Yunus varır kapının önüne yatar. Kalp atışları sevgilisini bekleyen aşık gibidir. Dahası da vardır ebedi ayrılık sancısı. Kalp kafesini böyle parçalar mı hiç. Düşman mı kesildin gönül kuşu bu kafese? Derken bir ses duyulur içeriden. Sultan gece namazına kalkmaktadır bu belli. Yunus kendine doğru gelen adımları hissettikçe ruhu bedeninden ayrılmakta. Bu heyecan ölüye gelse o şokla dirilirdi herhalde. Zaman akmaz oldu. O zaman mekan da yok oldu. Mekan yoksa zamana ne gerek kaldı? Dünya yok oldu o zaman bu cesede ne lüzum kaldı? Yunus görünürken yok oldu. Yoklukta var oldu. İşin aslını yarin vuslatında buldu. Emre’nin son adımı Yunus’un karnında durdu. İşte o anda her şey bu dünyadan gider oldu. O sorunun cevabı ile bir garip Yunus’un ümidi kaldı. Emre sordu hanım kimdir bu kapımıza yatmış olan? Anamız cevap verdi Yunus’tur O Sultan’ım. İşte tam bu anda Yunus öldü. İki dudak arasından çıkacak kelime ya mezar oldu ya can oldu. Tam o esnada laf uzasa, Yunus’un giden ruhu geri gelmede bedene tembellik etse; Kainat Yunus’u kaybettik diye ağlayacaktı. Gök ehli diyar diyar Yunus’u arayacaktı her köşede. Lakin korkulan olmadı. İnsaf etti Taptuk Sultan. Ağzından cennete ait iki ses duyuldu. Bizim Yunus mu? Can yunus birden sarıldı Emre’sinin ayaklarına. Senin Yunus’un Sultan’ım. Gözyaşları ile yıkandı Emre’nin ayakları. Bir selamet indi göklerden Emre’nin kapısının eşiğine.
Çok sonları Can Yunus Selçuklu Sultanına bir bağış için gitmişti. Dönüşünde zamanın büyüğü Mevlana hazretlerine uğradı yolu. Ondan aldı birkaç öğüt. Marifet ilmi aktı yüreğine Mevlana’dan. Mevlana da çok sevdi Yunus’u. Çok selam götür dedi Taptuk Emre’ye. Gitmeden de iki kelam bırakta git bize dedi. Yunus durdu bir an. Sonra şu dizeler o an da döküldü mübarek dilinden. Ama ağız dili değil gönül dilinden.”Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.” Çok sonları bu sözü söylediğine pişman oldu Yunus. Öyle bir Hak erinin önünde acaba kusur mu ettim diye? Ama aslolan Mevlana Onu, O da Mevlana’yı sevmişti. İşin aslı, kayda değer kısmı da bu değil miydi zaten? Kainat sevmek üzere yaratılmışsa işin aslı buydu elbet.
Sonra dergaha döndü Yunus yine. Emre ona dedi ki şu asa mı görüyor musun? Şimdi bunu atacağım. Onu bana geri getir dedi. Yunus, emre amade sessiz bekledi. Taptuk Sultan bir fırlattı ki asayı aşkın yakıtı ile yaktı geçti sopa semayı. Durdurak bilmeyecek gibi fırladı aşkın dergahından. Vardı gitti irşada ve tebliğe muhtaç memleketlere sopa. Yunus gel zaman git zaman sopanın izini sürdü. Geçtiği her yere de tohumlar saçtı. Günler dolandı geldi. Elinde sopa ile Yunus dergaha döndü. Geldiği günde kırklar meclisi kurulmuştu dergaha. Mübareklerden herkes gelmişti oraya. Taptuk Emre, Yunus’u çağırttı yanına. Başlamıştı şiirden süzülen sihrin ibadeti artık. Emre Sultan dedi ki Yunus’ a:”Haydi bakalım düşür gönlünün incilerini önümüze. Dök bal şerbeti kadehlerimize. Sevindir aşka susamış gönüllerimizi. Döndür Hakk’a bakmayan meyillerimizi.” Yunus şaşkınlıkla başladı şiirin sihrini saçmaya.
Aşkından yanar yüreğim
Yandığım bana hoş gelir.
Hakkı gerçek sevenlere
Cümle alem kardeş gelir.
Yunus’un sökülen dili durmazdı artık Sultan’ı dur diyene kadar elbet.
Girdim aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum
Geştediben denizleri Hızır’layın gezer oldum.
Yunus çoştukça coştu o gün. Her yer inci mercan oldu. Kırklardan biri yanaştı, Yunusla Taptuk Emre’ye “bu O mu”? diye sordu Taptuk Sultan’a. Evet cevabını alınca başını salladı. Tebrik etti Yunus’u. Semah bitmişti ve ayrılık zamanı gelmişti. Yunus artık Yunus Emre olmuştu. Emre aşkın adıydı. Onun için Yunus Emre oldu. Çünkü o aşk olmuştu artık. İşin aslını öğrendi sonra Yunus. Bu sormanın nedenini. Rahmetli dedesinin Ahmet Yesevi hazretlerinin alperenlerinden olduğunu. Zamanın büyüklerine hatta Hacı Bektaş Sultanına bile yardımları dokunduğunu öğrendi dedesinin. Zor günlerinde alperenleri ile Anadolu’ya sahip çıktığını öğrendi. Yunus o gün anladı bu himmetin sebebini. Yunus o gün anladı her şeyin neden olduğunu. Ve rahmetle andı dedesini sonra.
Zamanlar birbirini kovarlarken Yunus Sultan’ını Taptuk’unu kaybetti. Defnetti geldiğimiz yere. kara toprağa Emre’yi. Kendide kocamıştı Yunus’un. Kalbi bir müddet daha dayandı. Sonra göçtü gitti vuslat yerine. Şimdilerde Yunus’un mezarı vardır Anadolu’da dokuz on yerde. Hangi yerde yatar bilinmez O Mübarek. Ama bilinen bir şey vardır. Araya zaman ve mekan da girse seven sevdiğiyle beraberdir. Yunusu en az seven bir dost olarak benim, Bizim Yunus’u anlatmak için bu kadar himmetim oldu. Dilim döndüğünce anlattım sevileni. Biliyorum ki sizler Yunus’u benden çok seversiniz. Ve biliyorum ki sizler ona daha çok sahip çıkarsınız. Onun için dostlar Yunus’umuzu unutturmayalım. “Onlar size Allah’ı hatırlatır” sırrı gereğince unutturmamak gerekir Yunus’umuzu, kendi öz evladımızı.
Kaynakça
- İskender Pala:Od,
- www.yunusemre.net/
- www.yunusemresozleri.com.tr
- www.wikipedia.org/wiki/Taptuk_Emre