Bir aslan terbiyecisi edasıyla davranıyoruz insanlara. Onlar sadece bizim istediklerimizi yapsınlar, bunun dışına çıkmasınlar istiyoruz. Yapmadıkları zamanlarda onlara kızıyor, istediğimizi yaptırıncaya kadar uğraşıyoruz. Karşımızdaki kim, ne kadar yakın bize, ne zamandan beri yanımızda, nelere göğüs gerdi bizimle… Sorgulamamız gereken temel soruları bırakıp hep yan sorulara kayıyor aklımız. Acaba, ama.. geçen cümlelere takılı kalıyoruz. Ona sormak yerine onun yerine kararlar veriyoruz kendimizce. Bunu yaparsam şunu düşünür. Şöyle söylersem böyle anlar. Hiç onun karşısına geçip kurduk mu bu cümleleri? Kurup da ondan olumsuz tepkileri aldık mı? Eğer almadıysak onun yerine kendimiz kararlar vermiş olmuyor muyuz? O zaman karşıdaki insana şüphelerimizden dolayı kızmak ne kadar doğru?
Bir haklılık haksızlık yolu tutturmuş gidiyoruz her fırsatta, acizmişiz gibi. Neyin acziyetini yaşıyorsak? Yeryüzünde düşünen, akıl yürüten, konuşan, istediği elinin altında olan varlıklar olarak. Hem de her şey insana hizmet etmek için yaratılmışken. Sanki aile, arkadaş, sevgili değilmişiz de iki rakipmişçesine hep bir adım önde olmaya çalışıyoruz sevdiklerimizden.
Yaşam gayemizin dışına çıkıyoruz ara ara. Dünyaya neden geldim? Yaratılış sebebim ne? Ben ne yapıyorum? Acaba sevdiklerim beni neden seviyor? Düşüncelerim onlar için ne kadar önemli? Asıl düşünmemiz gerekenler üzerinde durmak yerine falanın saçı, filanın kaşına takılıp kalmışız. İnsanları sevmek için illa bizim gibi, bizim istediğimiz gibi mi olmalı? Bizim kalıplarımıza girip kendi içinde olan cevheri yok mu etmeli? Bize kendine yabancı cümlelerle mi hitap etmeli.sahi insanları sevmemizi sağlayan asıl şey ne ki?
Sevgi… Elle tutulup gözle görülemezken, nasıl inanırız karşıdakinin bizi sevdiğine? Davranışlar, sözcükler, yapılan küçük süprizler… Baktıkça ‘Evet, bunu beni seven biri yapar.’ dediğimiz her şey. Bir süre sonra beklentiye dönüşecek şeylerin tümü. Ama o bir süre sonra bunları yapmazsa, yapamazsa neler olur? Tartışmalar, kavgalar, küskünlükler…
Ellerinde sihirli değnekler varmış gibi düşünüyoruz insanları. Her an emrimize amade. Biz ne istersen anında yapabilir onlar. Bu güç onlar da var. Akıl okuyuculuğu doğuştan getirilen bir meslekmişçesine düşüncelerimizi okusun istiyoruz dile getirmeden. Sonra leb demeden ben leblebiyi anlasın karşıdaki. İyi de sormazlar mı adama sen bunun ne kadarını başarabildin diye.
Dilimiz var, kelimelerimiz var, kulaklarımız var. İletişim kurmak için bir çok şeye sahibiz. E bunca şey elimizdeyken ne istediğimiz tam söylesek karşıdakine o anlam karmaşasına girmeden anlasa bizi, ne istediğimizi. Bu akıl okuyucu birini beklemekten daha kolay değil mi? Hem böylece karşıdaki isteklerimizi gerçekleştiremese bile nedenlerini bize söylemez mi?
Evet, yeryüzündeki tüm nimetler biz insanlar için yaratıldı. Ama her insan bizim isteklerimizi yerine getirsin diye değil. Bizim sözümüzden çıkmasın diye değil. Sosyal varlıklarız, elbet küçük isteklerimiz olacak. Ama bunlar gizil beklentiler olarak kalmamalı, dile dökmeliyiz. Yoksa hep sihirli değneği olan biri bizi bulmadı diye üzülür, kırılır hayatı kendimize zindan ederiz. Beklentiler büyüdükçe büyür ve ele geçirir bizi. Çaresizce kendimize toz kondurmadan nasıl oldu onca şey diye düşünürüz. Oysa beklentileri bu kadar besleyen ve büyüten biz değil miyiz?
Beklenti, herhangi bir konuda gerçekleşmesi istenilen her türlü şeyi içeren duygudur. Beklentilerimizin gerçekleşmemesi canımızı yakar, bizi incitebilir, umutlarımızı kırabilir. Sevdiklerimiz beklediğimiz şeyleri yapmadı diye kızıp küsmemişiz midir hiç onlara? Ara sıra söylemeden aklımızdan geçenleri yapmalarını da istemişizdir. Ama olmayınca…
Üniversiteye geldiğim ilk yıldı. Bir hocamızın konferansına gidecektik. Bazı öğrenciler kitaplarını okumuş, bazı öğrencilerse ismini biliyordu. Ben onu ilk defa görecektim. Hocamız sahneye çıktı ve konuşmaya başladı. Konuşması harikaydı, cümleleri ilaç gibi. Hayatın içinden örneklerle konuşuyordu bizimle. Yaşadıklarınızı, sıkıntılarınızı anlıyorum dercesine. Ve konuşmasının sonlarına doğru ilacım olacak cümleyi söyledi:“Umma ki küsmeyesin.” O andan sonra hayat boyu beni mutlu edecek doğru kelimeleri buldum. Umma ki küsmeyesin.
Tansu Karip tansukarip@lisan-iask.com Ocak 2013