Televizyon; son elli yılda hayatımızın bütün alanlarını kuşatan araçlarından biri haline gelmiştir. İletişim işlevi yanında eğlence, eğitim, kültür sanat alanlarında da geniş ölçüde yararlanılabilir hâle gelen televizyon siyasi ve ideolojik görüşlerin geniş kitlelere ulaştırılmasında da önemli bir rol üstlendi. Televizyon seyircisi olmanın herhangi bir emek gerektirmemesi günün her saatinde her yaştan insanı televizyonla muhatap kılmanın da yolunu açtı. Şehirlileşmenin kaçınılmaz sonucu gibi görünen sosyal ilişkilerin zayıflaması da televizyonla insan arasındaki bağı daha da güçlü hâle getirdi. Bunların yanında televizyonun ticari bir metaa dönüşmesi ile büyük bir televizyon ekonomisi ortaya çıktı. Tam bu noktada bir televizyon problemi ortaya çıktı: İnsan ve para. Para kazanma isteği televizyon yayıncılarının asıl amacı olunca insan unsuru göz ardı edilebildi.
Televizyon yayıncıları, yayınları kimlerin izlediğini, farklı toplum kesimlerindeki beğeni ve şikâyetlerin neler olduğunu, programların izlenme düzeyi ve bunların sosyo-ekonomik değişkenlere göre nasıl bir tablo oluşturduğunu çok da dikkate almayan bir vizyonla hareket etmeye başladı. Oysa toplumun beğeni, tepki ve hassasiyetlerini gözeten, değer yargılarını bilen ve bunlardaki değişmeleri gözlemleyen bir yayın politikası takip etmek toplumsal sorumluluğun bir gereğidir. Bu sorumluluğun yerine getirilip getirilmediğini kamu adına denetlemek üzere kurulmuş olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, bizim gözlemlerimize göre yeterince işlevsel bir rol oynayamamaktadır. Bu kuruluş yasasından kaynaklanıyor olabileceği gibi ülkemizde sıkça yaşanan “hile-i şeriyye” yani “kanuna karşı hileye başvurma” yoluyla da ortaya çıkıyor olabilir.
Günümüzde televizyon yayınları açısından en dikkat çeken programlardan biri çeşitli kanallarda yayımlanan “evlendirme” programlarıdır. Yapımcı ve yayıncılarına sorarsanız yukarıda belirttiğimiz “toplumsal sorumluluk”un gereklerini yerine getirmek için bu programları yapıyorlar. Evlilik gibi toplumsal yapının çekirdeğini oluşturan “aile”nin kurucusu olan bir eylem hem bireysel hem de toplumsal olarak daima dikkatle takip edilir. Bu esnada bilinçli veya farkında olmadan takip edilenlerden etkilenme söz konusu olacağına göre yayıncı bu gerçeği hesaba katmak zorundadır. Soruyu şöyle sormalıdır: Seyirciyi etkilemek, hayat biçimlerini değiştirmek istiyor muyum? Eğer bu soruya verecekleri cevap “evet” ise bu tutum ticari kaygıyı aşan bir siyasal/ideolojik işlev üstlenmenin açığa vurulmasıdır. Cevap “hayır” ise, para kazanmanın her şeklinin meşru olmadığını; soygun veya cinayet yoluyla da para kazanılabileceği de hesaba katılmalıdır.
Bu bağlamda, “evlilik” programlarına yakından bakalım: “Evlilik adaylarının, ekrandan gördükleri diğer adayların fiziksel, sosyal, ekonomik özelliklerine, kişisel tercih ve beklentilerine bakarak evlenmeye karar vermesi” tekniğidir. Modern evlilik biçiminden çok görücü usulüne yakın görünen ancak göründüğünden çok daha karmaşık ve garip bir televizyon programı tekniği ve taktiğine dayandığı kesindir. Bu teknik ve taktikler arasında programın evlenmek isteyenler için değil seyredenler için yapılmasından kaynaklanan seyirci potansiyelini artırmak üzere başvurulan çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Bu çerçevede, kurgulanmış bazı öykülerle görselliğin artırılması, çeşitli “şov” nitelikli davranışların sergilenmesi, seyircinin bilinçaltına nüfuz edecek söylemlerde bulunulması sıkça karşılaşılan olgulardandır.
Ancak, yayıncı ve stüdyodaki insanların bildiği bu gerçeği seyirci kitlesi bilmediği için zaman içinde kurgu gerçeğe dönüşmekte, bu programlar aracılığıyla gerçekten bazı evlilikler kurulmaktadır. Bu evliliklerin sağlıklı yürüyüp yürümediği konusunda araştırmalar yapılmalıdır. Evlilik programları aracılığıyla evlenip, pişman olanlara danışmanlık yapan bir Davranış Bilimleri Uzmanı Ayşe Yardımcı bu konuda şunları söylüyor: “Ekranda yapılan evlilikler sağlıklı değil. Anlık bir etkilenme neticesinde evlenmeye karar veriyorlar ama kriterler sağlıklı değil. Yöntem yanlış olduğu için sağlıklı bir evlilik beklemek de yanlış. Ekranda bir göz boyama var, herkes olduğundan farklı gözüküyor.”[1] Bu programları profesyonel bir bakış açısıyla takip ettiğine değinen Yardımcı “Televizyonlardaki evlilik programlarını güvenli bulan insanlar var. Dolandırıcı olsa ekrana çıkamaz, diye düşünüyorlar; ama bu büyük bir yanılgı. Gerçek niyet evlenmek değil; herkes kendini gösteriyor. Ve bunlar evlilik kurumunu zedeliyor. Bu programlar şu haliyle faydadan çok zarar verdiği için yayından kaldırılmalıdır.”
Yardımcı gibi başka uzmanlar da bu konuda sürekli uyarılar yapmasına rağmen programların yayımı artarak devam ediyor. Yayıncılar, şayet ideolojik bir işlev üstlenmiyorsa, toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerini değiştirmeye yeltenmemelidir. Eğer böyle bir işlev üstlenmişlerse bunu da açıkça beyan etmeleri, seyirciye, “biz sizin yaşama biçimlerinizi doğru bulmuyoruz ve bunu değiştirmek istiyoruz” diye açıkça söylemelidir. Seyirci de bu bilinçle bu programları takip edip etmeyeceğine karar vermelidir. Bu açıklıktan uzak bir tutumla, insanları hazırlıksız yakalayıp bilinçaltlarına bir takım değerleri yüklemeye çalışmak bir tür toplum mühendisliği operasyonudur ve bu tür bir operasyon ahlâki değildir.
Evlilik programları, sadece evlilik değil aynı zamanda “boşanma” programı niteliği de arz ediyor. Şöyle ki, evlilik evrensel olarak kurulması da yıkılması da “kolaylık”la gerçekleşen bir olay değildir. Kendine ait ritüelleri, dinamikleri, aşılması gereken problemleri vardır. Bunların yok edilmesi/sayılması evliliği olduğu kadar boşanmayı da kolaylaştırır; kolay kurulan kolay yıkılır. Son yıllarda yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen istatistikî veriler ülkemizdeki boşanma oranlarında büyük bir artış olduğunu göstermektedir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’na göre son 10 yılda boşanmalardaki artış oranı yüzde 80,7 gibi korkutucu bir düzeye ulaşmıştır. Keza, henüz bir yıllık evliliklerde de boşanma sayısında büyük artışlar gözlemlenmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, geçen yılın ikinci döneminde (2012 Nisan-Mayıs-Haziran) 169 bin 787 çift evlenmiş, 33 bin 702 çift boşanmıştır. Bu rakamlar her beş evlilikten birinin boşanmayla sonuçlandığını gösteriyor ki bu son derece yüksek bir orandır. Bu, aynı zamanda her on kişiden ikisinin sadece boşanma olayı çerçevesinde hayatlarının belirli bir dönemlerinde mutsuz olmaları demektir. Bizim gibi hala “geniş aile”nin bazı özelliklerini devam ettiren bir toplumda bu mutsuzluğun sadece boşanan çiftlerle sınırlı kalmayacağı, ebeveynlere ve çocuklara da yansıyacağı düşünülürse işin vahameti ortaya çıkar. Bu durumun ortaya çıkmasında “bizim hiçbir payımız yok” diyebilecek bir televizyon yayıncısı olabilir mi!
Teknoloji insan hayatını kolaylaştırmak, güzelleştirmek, mutluluğu artırmak için üretilen bir araçtır. Ancak her araç gibi televizyon da doğru kullanılırsa doğru; yanlış kullanılırsa yanlış sonuçlara yol açacaktır. Ateş hayatın temel kaynağı olduğu kadar ölümcül de olabilir; televizyon da onu tutanın elindeki bir ateştir. Ateşin en güzeli de yakmayanıdır. Televizyonculardan ve kamu adına denetim yapan kurumlardan beklenen bireyi ve toplumu ısıtan ama yakmayan bir ateşi bize ulaştırmalarıdır. Evlilik ateş yakmak yani ocak kurmaktır. O ocağın ateşi hiç sönmemeli, ama evi de yakmamalıdır.
Ahmet Karadutahmetkaradut@lisan-iask.com
Mayıs 2013