SİZ HİÇ KANLI BAKLAVA YEDİNİZ Mİ?
Sıradan bir günü daha geride bırakıp ağrılı bir baş ile uzanmıştım yatağıma. Baharın verdiği o tatlı yorgunluğun etkisiyle gözlerim kısık odanın tavanına dikkat kesilmiştim. Her bir köşesine sessizliğin sindiği odada yalnızdım. Sanki sükûnetin dinginliği bütün bedenimi kaplamıştı. Bu hal ile bir hayli vakit geçirmiştim ki bir anda kapı açıldı ve oda arkadaşım elinde birkaç kitapla içeri girdi. Kapıdan çalışma masasına doğru yürürken üstte tuttuğu kitap bir anda dikkatimi çekti. Bilmem nedendir kitap, ismi ve bana esrarengiz gelen bir kapak tasarımı ile beni kendisine çekti. Mostar köprüsü, bir kuş ve sanki hayatın bütün kötülüklerine şahit olmuş bir çift göz ve üstünde yazan ‘İncir Kuşları’ ismi beni etkilemek için fazlasıyla yetti. Kitabı aldım ve sayfalarında dolaşmaya başladım.
İlk sayfalarda kahramanlarımız Suada ve Tarık’ın tanışmaları ve bu tanışmanın neticesinde aralarında oluşan safiyane aşka tanıklık ettim. Yazar, aralarındaki aşkı öyle doğal resmetmiş ki ikisi de bende birer yaramaz çocuk hissi uyandırdı. Beraber geçirdikleri zamanlar, birbirlerine söyledikleri sözler okurken beni sanki hiçbir kötü duygunun olmadığı bir dünyanın kollarına bıraktı. Bu pembe tablo ile bir hayli hemhal olmuşken bütün bu güzelliklerin ortasına olanca vahşeti ve yırtıcılığı ile bir kelime düştü; ‘SAVAŞ’
Savaş kendisini ilk rüzgârda savrulup Suada’nın yüzüne yapışan bir kâğıt parçasında hissettirdi. Kâğıtta: ‘Unutmayın ki Müslümanlar bu bayramda kanlı baklava yiyeceksiniz.’ yazıyordu. Vahşi Sırplar her bir sokağa bırakmıştı bu notları. O kâğıt Suada ile birlikte benim de yüzüme yapıştı sanki. Yumruklarımı sıktım ve lanetlenmiş, mühürlenmiş kalpleri taşıyan o mahlûklara bütün kinimi kustum.
Sırplar 1.Kosova savaşında aldıkları ağır mağlubiyetin yarasını taze tutmak için yılar boyunca gizliden gizliye çalışmışlar. Osmanlı Devletinin Balkanlardan çekilmesinden sonra soğukta kalmış yetim çocuklar gibi bu topraklarda yalnız kalan Müslüman Boşnaklar Sırpların hedefi haline gelmişti. Her azgın köpeğin bir hamisi olduğu gibi Sırpların da koruyucuları vardı. Avrupa’nın sözde insani değerlere önem veren canavar devletleri ve Rusya… ama Boşnakların hiç kimsesi yoktu. İlk akla gelen devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ise bırak dışarıya yardım etmeyi içerdeki sorunlarından dahi kurtulmaya gücü yetmiyordu. Ve Sırplarla birlikte onlara destek veren Avrupalı Devletler yani 20.yy’ın Haçlı Ordusu o yürek yakan savaşın fitilini ateşlediler.
Titreyen ellerim ve akan gözyaşlarım artık sayfaları çevirmeme mani oluyordu. Acılar dayanılmaz bir hale gelmiş, vahşet deryası her yeri kaplamıştı. Sırplar herkesi acımasızca katlediyor, saçlarına rüzgârın dahi değmediği o nazenin bedenlere hayvanca tecavüz ediyorlardı. Suadaya ve onun iki kız kardeşine babalarının önünde defalarca hunharca saldırdılar. Ne kötü tabloydu o. Utançlarından birbirlerine bakamayan yüzler, hayatlarının en ışıklı zamanlarında hayatları karartılmış bedenler…
Ah Suada! Sen ve milletin bin bir bela ile boğuşurken ben kundakta bir bebektim. Ben evimde huzur ve güven içinde uyurken sen başka bir yaratığın saldırısına uğruyordun. Ne garip değil mi?
Suada,
Senden ve tabi olduğun büyük Bosna halkından Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak özür diliyorum. Sizin acılarınıza, mücadelenize yeterli desteği vermeyen size kol kanat germeyen vurdumduymaz devletim adına özür diliyorum. Umarım bu bizi affedersiniz.
Ey benim şanlı tarihe sahip büyük milletim!
Görüyorsun sen ne zaman uyursan, ne zaman güçten düşersen birileri zulme uğruyor, katlediliyor. Kalk ayağa artık. Bürün inançtan zırhını, çek şereften kılıcını, indir düşmanın zalim bedenine.
Daha güçlü bir Türkiye sabahına uyanmak dileği ile… Esen kalın.
KİTAP ADI: İncir Kuşları
YAZAR: Sinan Akyüz
YAYIN EVİ: Alfa Yayınevi
TÜR: Roman