Üşür Bir Şey

Üşür Bir “Şey”

Üşürüm, üşürüm; yağmur yağar ıslanmam ama üşürüm, hep üşürüm, çok üşürüm ben! Kışın ayazında da üşürüm, yazın sıcağında da… Güneş’ten çekinmem ben! Işınları içimden geçerken canımı acıtmaz, ama sevmem Güneş’i! Çünkü o bile ısıtamaz beni… Ben kim miyim, kim miyim ben? Şu an için ne somut ne de soyut; gözle görülen ama elle tutulamayan, hissedilen ama sesi duyulamayan bir ‘ŞEY’ im! ‘Şey’ ,şu anda ismini hatırlayamadığım bir dilde, her türlü varlık ve kavramı kapsayan ortak bir isimmiş, her anlama gelebilirmiş sizin anlayacağınız. Dil ve Anlatım Dersi hocamız söylemişti ‘’Şey, her şey demektir’’ diye… Malum bazı öğrenciler sık sık kullanır ‘şey‘ kelimesini… Niye mi hocamız diyorum, yanlış anlamayın ben öğrenci değilim -hiç olmadım- hatta insan da değilim ama birazdan siz de fark edeceksiniz ki içinde insan olsun ya da olmasın aydınlık olan her ortamda ben de varım. Canım sıkıldıkça sizleri seyrediyorum; okullara gidiyorum, evlerinizi-işyerlerinizi geziyorum her zaman sizi takip ediyor dolayısıyla da sizin bildiğiniz pek çok şeyi ben de biliyorum…

Beni dilediğiniz gibi tasavvur edin –şimdilik- ama yine de dereyi görmeden paçaları sıvamayın derim ben, zira beklediğiniz kadar muazzam bir ‘şey’ değilim! Ne muazzam ne de ender rastlanan… Sadece biraz farklıyım, anlarsınız belki de ne de olsa ben bir ‘şey’ im. Neticede her şey olabilirim! Hepinizde bir parça var benden, hepiniz biraz malik sayılırsınız bana… Bir tek varlık asırlardır ele geçiremedi beni, o da Güneş. Sahip olmasın zaten bana,hiç sevmem O’nu! Dedim ya, hâlâ ısıtamadı beni… Bilseniz, ah bir bilseniz… Nasıl da üşüyorum, üşüyorum hem de çok üşüyorum! Güneş’miş hah, sevsinler Güneşinizi! Güneş kim biliyor musunuz? O, beni size ulaştıran varlık; benim varoluş sebebim… Biraz da bunun için sevmem Güneş’i, çok kızgınım O’na; beni meydan getirdiği için! O olmasaydı ben de olmazdım, böyle dağ-bayır dolaşmaz ve üşümezdim hiçbir zaman…

Çok mu merak ettiniz beni, edersiniz ya; niçin etmeyesiniz ki? Zaten siz insanlar her zaman sizi alâkadar etmeyen şeyleri merak edersiniz! Yok efendim; kim kiminle geziyormuş, kim kaç beden giyiyormuş, kim ne kadar para kazanıyormuş… Size ne yahu! Yıllardır aranızdayım merakını hayırlı bir iş için sarf edeninizi nadiren görmüşümdür. ‘’Şurada bir kitabevi açılmış, nasıl bir yer acaba, ne tür kitaplar var? Gel bir gezelim’’ der misiniz mesela arkadaşlarınıza, sanmam. Sadece kitabevi mi,faydalı olan hiçbir şeyi merak etmiyorsunuz ki siz! TV’de belgeselleri değil de, magazin programlarını izliyorsunuz; gazetelerin bile bir tek moda-ekonomi sayfalarını okuyorsunuz. Şimdiyse beni merak ediyorsunuz… Aslında çok hoşuma gidiyor siz böyle meraklandırmak, kızdırmak… Ama yok, biliyorum kim olduğumu öğrenmezseniz rahat edemezsiniz siz! Zaten bu iş beni de sıkmaya başladı. Ben kimim, öyle mi? Nasıl bir ‘şey’ im acaba…Hemen başlıyorum anlatmaya buyurun bakalım, benim adım: GÖLGE! Asırlardır aranızda gezer tozarım; bazen sizi bile aşar boyum, bazense yanınızda minicik kalırım… Ama en çok da şekilden şekile girişimi seversiniz siz, ah bilmez miyim? Ne hallere düşürürsünüz beni! Tavşan, kurt, kuğu, güvercin, gülen-dil çıkaran adamlar… Gölgeyiz ya, nasılsa her şekile giriyoruz! Yapmadığınız kalmaz çoğu zaman! Bir tek ‘Hacivat ile Karagöz’ iken mutluydum, onun bile tadı yok artık; eskiden ben böyle miydim? Yüzyıllar boyu zamanı bana göre tayin etti insanlar, hatta saatimi bile yaptılar. Ama adına ‘Güneş Saati’ demediler mi, çok zoruma gitti! Hâlbuki tüm işi ben yürütüyorum, güneş bir iki ışın demeti yolluyor o kadar! O ışınları alan, yutan, yoğuran kim? Ben, hep ben tabi! Ben olmasam nasıl, nereden öğrenecektiniz vakitleri? Ama yok nankörsünüz siz, beni hiçbir zaman gerektiği kadar sevmediniz… Bunun için üşüyorum zaten! Açım, hem de çok aç!… Sevgiye, saygıya, ilgiye açım… Her ‘şey’ e muhtacım! Bir tek Orhan Gazi zamanında üşümezdim, güneşle de aram limonî değildi o vakitler… (Laf aramızda o zaman iyi ısıtırdı beni, gerçi şimdi de elinden geleni yapıyor ama ne yapalım bu suça bir sanık lazımdı!) Üşümemin asıl sebebi sizsiniz ya, neyse… Kıyamam ben size! Tâ büyük büyük atalarınızdan ötürü saygı beslerim hep içimde… Rahmetli Padişahlar beni nasıl da sever, ilgiyle izlerlerdi… Orhan Gazi’den beri, sarayın da halkın da gözdesiydim ben… Sonra ne mi oldu? Cins cins oyunlar türedi, gözden düştük zamanla … Eskisi gibi müdavimlerim yok artık… Ne de olsa televizyon, radyo, sinema var. Çeşit çeşit mecmualar… Sonra baleler, konserler, operalar… Ah şu insanoğlu ne de nankör oluyor bazen! Bir nebze sevgiyi bile çok gördünüz bana, üşüyorum işte sizin yüzünüzden üşüyorum; hep üşüyorum!

 Yetti, çok konuştum ben. Birazdan gün doğacak ve ben yine dağların, tepelerin üzerinden koşarak; güneşle yarışarak hayatınıza girecek, aranıza karışacağım… Ama ne olurdu bu kadar üşümesem… Artık ne olur görün, hatırlayın ve yine sevin beni. Ben, ilgiye aç; her şeye muhtaç!… Ben, Gölge!…

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir