Bayram

Bayram kelimesinin kökeni hakkında kesin bir yargı yok. Bazılarına göre Farsça “bezram(neşe günü)”  kelimesinden geliyor. Kaşgarlı Mahmud, Türkçe’nin ilk sözlüğü olan “Divan-ı Lügatü’t-Türk”deki bayram (bazram) “bu kelimenin aslını bilmiyorum; çünkü bu kelimeyi Farslardan dahi işittim” demiş ki bu da Farsça kökenli olduğu tezini  kuvvetlendiriyor. Bazılarına göre ise eski Türkçe ’de de mevcut olan bir kelimeydi. İslamiyet’ten sonra bayram manasına gelen Arapça “ıyd(âdet hâlini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü)” kelimesi kullanılmıştır.

Kendi sözlüğümüzde yer alan bilgiye göre, “Milli veya dini önemi olan ve kutlanan gün veya günler” anlamına gelen bir isim.

Bayram günleri birçok değer barındırır ancak genel olarak birlik ve beraberliğin pekiştirildiği, günahların affedildiği, yoksullara destek olunan özel günlerdir. Çok eskilerden beri her kavim, yılın bazı günlerine önem vermiş, bunu çeşitli yollarla kutlamıştır. Dini ve milli bakımından önemi olan milletler tarafından her sene kutlanılan bugünlere çeşitli isimler verilmiştir.

İslâmiyet öncesi Türk kavimleri kendi örf, adet ve inançlarına göre bazı günleri kutsal kabul etmişler ve bugünleri merasimlerle kutlamışlardır. Dede Korkut Hikâyelerinde, hanların başa geçmelerini, doğum ve zaferlerini kutlamak için toplandıkları, şölenler tertip ettikleri, ölümleri için yas törenleri yaptıkları bilinmektedir.

Türkler Müslüman olduktan sonra bu eski adetlerini terk etmişler. Osmanlı döneminde ki bayram merasimine bakacak olursak:

Osmanlı Devletinde Ramazan ve Kurban bayramlarında yapılan merasim şöyle olurdu: Padişah bayram sabahı bazen Hırka-i Şerif dairesinde bazen de saray mescidinde sabah namazını cemaatle kılar ve sonra has odaya gelirdi. Bundan sonra Bayram namazına gidiş hazırlıkları başlardı. Padişah tahtına gelip, oturmadan önce, akraba ve yakınlarına hil’atlar (Hükümdarların, taltif için bir kimseye verdikleri elbise) giydirip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında devlet erkânı rütbelerine göre dururlardı. Padişah bayram namazı için kalktığında sadrazam sağında ve bâbüssaâde (saadet kapısı) ağası solunda büyük bir alayla yola çıkılırdı. Bayram namazı genellikle ya Sultan Ahmet ya da Ayasofya Câmiinde kılınırdı. Bayram namazından sonra sadrazam, vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp padişahı beklerler ve sonra alayla kubbe-i hümâyûna kadar gelirlerdi. Burada bayramlaşma merasimini Babıâli teşrifat kalemi idare ederdi. Herkes yerini aldıktan sonra, padişah, “Aleyke avnullah” ve “Mağrûr olma padişahım, senden büyük Allah var” sesleri arasında tahta oturur ve bu esnada mehteran bölüğü tarafından hünkâr marşı çalınırdı. Bu merasim, son zamanlarda umumiyetle  Dolmabahçe Sarayı muayede (bayramlaşma) salonunda yapılırdı.

İslâm’da iki bayram vardır: Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı. Ramazan Bayramı, Şevval ayının 1. 2. ve 3. günlerinde; Kurban Bayramı ise Zilhiccenin 10., 11., 12. ve 13. günlerindedir. Kurban Bayramı için “Et Bayramı” demek ne kadar abes ve çirkin ise, Ramazan Bayramı için de “Şeker Bayramı” demek aynı derecede yanlıştır. Her iki bayram da, hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Zira Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmıştır. Dolayısıyla Müslümanlar, ilk kez bu yılda Ramazan Bayramı’nı kutlamışlardır. Bundan dolayı bu bayrama Ramazan Bayramı veya bayramdan önce fitre (sadaka-i fıtr) verildiği için Fıtır Bayramı denilmiştir.

İslamiyet’de bayramlarda en çok dikkat edilen konu sıla-i rahim yani akraba ziyaretidir. Bayramlarda mümkün olduğunca en yakın akrabalardan başlanarak ziyaret etmek bayramın ruhuna en uygun davranışlardan biridir. Bu bakımdan ilk görev üzerimizde en büyük hakkı olan anne ve babamızı ziyaret etmektir. İslâm dini, sıla-i rahime dikkat edilmesine ve akrabalık bağlarının kesilmemesine çok kuvvetli vurgu yapmıştır. Sılai rahim yaparken de yakınlarımıza karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olmayı, yardıma muhtaç olanlara yardım etmeyi, hasta ve yaşlılar varsa, onların sorunlarını gidermeye çalışmayı önemli kılmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) şu hadisi bu konunun önemine işaret eder: “Fakire yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa, iki sadaka demektir. Birisi sadaka, diğeri ise sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır.” (Tirmizi, Zekât 26)

İslamiyet’in Türk kültürüne kattığı bu hediyeyi kendi özümüze uygun yaşayıp nice nesillere taşınması ümidiyle…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir