İmkansız Aşkların Şairi Sezen Aksu

Geçen ay ki yazımızda Sezen Aksu’nun şiirlerinde kadın problemini incelemiştik. Bu çalışmada ise yine onun şiirlerinde “aşk” hissinin en çok gözlemlenen biçimi olan “imkânsız aşk” temi üzerinde duracağız. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Sezen Aksu hem toplumsal hem de bireysel temaları işleyen;  insana dair pek çok duygu, düşünce ve hayali şiirinin konusu ya da dekoru yapan bir şairdir. Onun şiirlerinde insanı insan yapan sevgi, özlem, hüzün, kıskançlık, kararsızlık, gözü karalık gibi duyguların tamamını bulduğumuz gibi en çok da kolektif bir duygu olan “aşk”ı buluruz. Bunda Sezen Aksu’nun her şeyden daha çok aşk ve hüzün şairi[1] olmasının etkisi vardır. O, kendi beninden hareket ederek beşerî duygu ve düşünceleri anlatır. Beşerî aşkın hem romantik hem de realist yönlerden ele alındığı[2] bu metinlerde, biz konumuzu biraz daha daraltarak “imkânsız aşk”ı ele alacağız.

Sezen Aksu’nun şiirlerinde imkânsız aşk, romantik yönlerden çok realist bir tutumla ele alınır. Bunlarda geç kalmışlık, yaş farkı, önyargı, tercih edilmeme, umutsuzluk gibi ferdî faktörlerin etkileri ağırlıktayken, zaman ve çevre faktörü gibi kişinin elinde olmayan sebepler de etkilidir. Şimdi şiirlerden hareketle “imkânsız aşk”ı doğuran bu faktörlere bakalım:

Aksu’nun şiirlerinde imkânsız aşkı doğuran en önemli sebeplerden biri, aşığın maşuk tarafından tercih edilmemesidir. Tercih edilmemesinin altında ise aşığın pek çok konuda yetersiz olması yatmaktadır.

Kendi söylemiyle adeta “bir peri kızı”na vurulan genç, fiziksel olarak onun yanına yakışmadığından veya maddî durumunun pek de iyi olmaması gibi sebeplerden ‘gözü yükseklerde olan’ sevdiği tarafından yetersiz bulunur ve tercih edilmez:

 

ZALİM

 

“ Ten beyaz, saç kızıl güller

Kahkahasında bülbüller

Kirpiği kapkara tüller

Ben o afete vuruldum

 

Göz değil nakış mübarek

Bendeki aşk değil ibadet

Elleri sevdi nihayet

Ben ebedi saadetten kovuldum

 

Gölgemi aldım yanıma

Vurdum hasretin yoluna

Benzedim bahtsız mecnuna

Yüce mevlaya sığındım

 

Seyret perişan halimi

Bende akşam olmakta

Dostlar seyrelmiş,

Beyhude lafla vakit dolmakta

Avare oldum

Serseri oldum terk-i diyarda

Zalim! Senin Allahın yok mu?

 

Yarin gözü yüksekte,

Benim bir kuru aşkım var

Düşmanlarım nispette be hey kara vicdanlı yar

Yağdı saçlarıma genç yaşımda lapa lapa kar

Zalim! Senin Allahın yok! ”     (s. 180)

Sevdiği kadına yetmenin mümkün olmadığını anlayan âşık, vurulduğu kadına “imkânsızım” diye hitap eder ve ona olan sevgisini, hasretini ona değil de resimlerine sarılarak gösterir:

 

İMKÂNSIZIM

 

“Biliyordum imkânsızdı

Sana yetmek mümkün değil

Denedim şansımı  sınırların yoktu senin

Eline değdiğim

Dokunup sevdiğim

Sadece resmindi, sen değildin

 

Sana yetmek mümkün değil

Ben şansımı denedim

Sınırların yoktu senin

Kanatlarım yoktu benim

İmkânsızım, sana emanet ümitlerim”     (s. 83)

Onun şiirlerinde kimi zaman görünüşe aldanmanın yani önyargının sebep olduğu imkânsız aşklar da vardır. Bu önyargıyı sevgilinin yüksek tahsilli olması, mevkisinin âşığın mevkisinden daha yüksek olması, dış görünüş olarak havalı, kendinden haddinden fazla emin bir tavır sergilemesi âşıkta beğenilmeyeceğinin doğurduğu karamsarlıkla, tamamen ferdî düşüncelerin oluşturduğu bir imkânsızlık vardır. Bu duruma “imkânın içinde imkânsızlığa itilen bahtsız aşk” yorumunu da yapabiliriz çünkü sevdiği de kendisine aşıktır. Burada imkânı imkânsızlaştıran tek gerçek önyargının oluşturduğu cesaretsizliktir:

 

ŞANIMA İNANMA

 

“Benden çekiniyormuşsun

‘Bana göre hiç değil’ diyormuşsun

Çok baskın, çok iddialı

Fazla popüler buluyormuşsun

 

Peki, benim de bir kalbim olduğunu

Senin aşkınla dolduğunu

Göz göze gelince mahvolduğumu

Gerçekten mi görmüyorsun?

 

Sabredemiyorsun

Fark edemiyorsun

Hissedemiyorsun

Garanticisin, korkuyorsun

 

Gerçeği gözden kaçıran yarim

Eğriyi doğruyu şaşıran yarim

Aşkımla ruhunu şad ederken

Sonunda sabrımı taşıran yarim

 

Seni anlamıyor değilim inan ki

Yaşamak değil, esaret sanki

Hadi benim kendi seçimim sonuçta

Gülü seven dikenine dayanır yani

 

Bu durumda kalbine danışacaksın

Neye, nereye kadar katlanacaksın

O kadar aşkın varsa, hemen gel

Kalbimde karargâh kuracaksın

 

Görünüşüme bakıp da

Sen beni sakın ha cin fikirli sanma

Hani yağmasan da gürle benim durumum

Çalımıma aldanma

 

Okurum, yazarım, konuşurum,

Kelimelerin efendisiyim amma

Aşka gelince eni konu safım

Sen şanıma inanma”             (s. 164- 165)

Aksu’nun şiirlerinde aşkı imkânsızlaştıran önemli sebeplerden biri de “zamansızlık” tır. Realist bir tutumla ele alınan zamansızlık kavramı aşkı imkânsızlaştırması, bunun kişide uyandırdığı duygusal çöküntü hali ile bizlere gerçek hayattan kesitler sunar. Onun kimi şiirlerinde her iki taraf da bu zamansızlığın –zamansızlığın altında geç kalmışlık, yaş farkı gibi sebepler de olabilir- farkındadır. Bu yüzden beraber olamayacaklarının acısıyla aşklarını kalplerine gömerler ve birbirlerine olan sevgilerini hayallerinde yaşatma yoluma giderler:

“Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun

Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun

Bir başka dünyanın insanısın yavrucağım

Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun

 

Haklısın biraz geç karşılaştık

Oysa hiç konuşmadan anlaştık

Bazı şeyler var ki söylenmiyor

Biz seninle sözleri susarak aştık

 

İnsan acılarla kıvransa da

Ve o aşkla ir daha doğsa da

Dünyasını yeniden kursa da

Düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar”        (Biliyorsun, s. 16)

Yaş faktörünün sebep olduğu zamansızlığı “Sarı Sonbahar” şiirinde daha açık bir şekilde görürüz. Nitekim bu geç kalmışlığın yakınmasını sevdiğine “Ah be, nerelerdeydin kızım gençken? ”  sözleriyle dile getiren âşık, zamana karşı da öfkelidir. Burada aşkı imkânsızlığa sürükleyen bireylerin düşünceleri veya sevgilerine karşılık bulamamaları değil, zamanın kişiler arasında oluşturduğu ‘yaş farkı’ dır. Geleneksel metinlerimizde yaş farkını göze alamayan, bu sebeple aşktan vazgeçen birey genellikle bayanken, bu şiirde kadının “Aşk her şeyi halleder.”  diyerek sevdiği erkeği yüreklendirmeye çalışırken erkeğin ‘senelere’ karşı koyamaması ve sevdiği kadını reddetmesi ayrıca dikkatimizi çekmektedir. Pek de alışık olmadığımız bu durumu daha iyi anlayabilmemiz için şiiri aynen aktarıyoruz:

SARI ODALAR

 

“Ruhuma ihanet etti alçak ten

Eskidi, kalp hâlâ aşkla atarken

Ne kadar kısaymış meğer hayat

Ah be, nerelerdeydin kızım gençken

 

Diyorsun aşk her şeyi halleder

Ama aleyhime işliyor seneler

Eloğlu koynuna girerse,

Gözlerim kapanmaz açık gider

 

Sen körpe incir, ben olgun nar

Dişleyemem çok tazesin yar

İmkânsız olsa da ümit verdi

Beni mahveden bu sarı sonbahar”      (s. 198)

İmkânsızlığı oluşturan bir başka sebep de ‘zamanın acımasızlığı’ dır. Zamanın acımasız olduğunu biten bir aşk üzerinden veren Sezen Aksu, yıllar sonra bu iki eski sevgiliyi karşılaştırır ve bir zamanlar aşk ateşiyle yanan kalplerinin yerinde yeller estiğini birbirlerine olan boş ve anlamsız bakışmalarıyla verir. Fakat burada da asıl suçu bireylerden çok zamana yükler, onun bir ırmak misali durup dinlenmeden akıp gitmesine, aşka, âşıklara acımamasına içten içe kızar:

BİLE BİLE

 

“Bir arada olabilmek ne mümkün

Bir arada kalabilmek imkânsız

Seneler alıp gitmiş,

Ne var ne yoksa her şeyi

 

İnanılmaz, değişen ben miyim

İnanılmaz, bu yabancı da kim

Sen kimsin böyle

Uzak veda sözleri söyleyen

 

Geri dönmek inan işten değil

Hani var ya tutamazsın kendini

Bir ümitle ‘ya olursa’ dersin hep

Bile bile her şeyin bittiğini

 

Sonradan kor, sonradan kor

Ayrılıklar an be an

Akıp gider, akıp gider

Zaman sana aldırmadan”       (s. 188)

Aksu’nun bireysel faktörlerden başka toplumsal faktörlerin imkânsızlaştırdığı aşka örnek şiirleri de vardır. Bunlarda sevdiğinin duygularını aldırmış gibi çevreye kanıp çekip gitmesini istemeyen âşığın çaresiz çırpınışlarına şahit oluruz. Çünkü ona göre aşk, insanın karşısına bir defa çıkar ve eğer insan ona sahip çıkamazsa tıpkı diğer insanlar gibi duygusuz insanlar kervanına katılacaktır ki gerçekten seven bir insanın böyle bir mutsuzluğa ne tahammülü ne de gücü vardır. Bu tip şiirlerinde şair, imkânsızlığı doğuran sebebi çevresel faktörler olarak gösterse de buna kendisi de inanmaz ve çevreyi bahane ederek aşkı basitleştiren bireylere, âşıklara eleştiride bulunur. Eleştirisini de Ferhat’ın aşkı için dağları delmesi, Romeo’nun intihar etmesi, Mecnun’un çöllere düşmesi örneklerini anımsatarak yapar ve adeta bizlere aşkı yeniden öğretir:

GEL KIYMA

 

Özledin mi? Öyleyse kalk, gel

Bırak artık kim ne derse der

Yasak, günah, hayat elden gider

 

Onların kendi hikâyeleri yok

Onlar sadece seyirci dünyada

Aşksız, yaşsız, hasarsız bir diyarda

 

Sen seç

Ben söyledim gitti son sözümü

Ölmem artık

Bu pişmanlar ordusuna dönmem artık

 

 

Gel kıyma, gel duyma

Sen de bu mutsuzlar kervanına uyma”    (s. 161)

Sonuç olarak Sezen Aksu’nun şiirlerindeki aşkı imkânsızlaştıran sebepleri şairin “Eksik Şiir” [3] kitabındaki şiirlerinden hareketle bireysel, toplumsal ve zaman olmak üzere üç ana başlık altında incelemeye çalıştık. Bu faktörlerin aşk nasıl imkânsız hale soktuğunun yanıtlarını vermeye çalışırken de bunların kişiler üzerinde oluşturduğu karamsarlık, çaresizlik, vazgeçiş, kızgınlık, acı çekme, yalvarma gibi duygu hallerini de vermek istedik. Şimdi de bu duygu hallerindeki bireyin penceresinden aşka bakarak yazımızı noktalayalım:

“BİR MASALDI ASLINDA, NE YAZIK SONU YOKTU…”[4]   

[iconbox_top title=”Merve Leblebici” icon=”User_2.png”]merveleblebici@lisan-iask.com[/iconbox_top]
 
 Merve Leblebici
merveleblebici@lisan-iask.com
Haziran 2013
 
 
 

[1]  Mümtaz Sarıçiçek, ‘Şair Sezen Aksu’ , Türk Dili, Temmuz 2004.

 

[2]  Mümtaz Sarıçiçek, ‘Şair Sezen Aksu’ , Türk Dili, Temmuz 2004.

 

[3]  Sezen Aksu, Eksik Şiir, Metis, İstanbul 2006.

 

[4]  Sezen Aksu, Eksik Şiir, ‘Geçiyor Bizden de’, s. 183, Metis, İstanbul 2006.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir