Yaşam köprüsünde yürüyorum. Elimde dünümden kalmış yarınlarım, ve ceplerimin delik olduğunu elimdekileri düşürmemek için elimi cebime koyduğumda anlıyorum. Dost denilen kavramın farkına varmadan üzerinde gezdiğim köprüden kendimi aşağılara bırakmasaydım hala kendim olabilirdim. Ne yarınlarım düşerdi ne ben ölürdüm. Tütün buruşukluğu çarşafların içine sarılmasaydım eğer kendini bilmez insanların diş kovuklarında dumana dönüşmezdim. Hala nefes alırdım istemsiz hareketlerle ve hala kaburgalarım kalbimden rahatsız feryat ederdi beynime. Uzun gecelerin ardından gelen pişmanlıklarıma biraz olsun kulak verseydim keşkelerime yenik düşmezdim hiçbir zaman. Ağlamazdım da.
Küçücük bir evin ortasında benim gibi yalnız kalmış bir ampulün altında oturup yorgunluğumdan nasırlaşmış ellerimi en güzel şiirlere konu edip kurallara kafa tutardım. Yalnız olduğumdan değil aslında. Kendimi bu kadar insan arasında bulamadığımdan üzüntülerim. Yapabilseydim, bulurdum. Kaybetmemek üzere yanı başımda duran kendimi. Zor olmazdı bu kadar. İşte hayatı bu kadar basit deyip ağlamazdım da. Ama çoğu zaman insanın istekleri gerçekleşmiyor bu köprüde. İnsan hiç fark etmeden çürüyen tahtanın üzerine basıveriyor. Düşmemek için tutundukları itebiliyor acımadan derinliklere insanı. Ve delik cepten düşen yarınlara yetişemeden bin parçaya ayrılıyor insan. Ölmeseydim bu sefer onlar için ağlardım. Tutunduğum insanlara…
Aybike Şahinaybikesahin@lisan-iask.com
Haziran 2013