Osmanlı Hanedanlığı tahtının otuzuncu padişahı, Osmanoğulları’ndan gelen İslâm halifelerinin 20. si olan Sultan III. Selim, 23. Osmanlı padişahı ve Lale Devri Hükümdarı III. Ahmet’in torunu, 26. Osmanlı Padişahı Sultan III. Mustafa’nın oğludur; 24 Ocak 1761 tarihinde Topkapı Sarayı’nda dünyaya gelmiş olan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultandır. Şair Münib’in ‘’Mihrişah Kadın o Hurşid-ü Kamer kevkebe kim Pertev-i şanı kadar gamkede-i alem-i şen Mehdi-i ulyami edüb refeti temdit-i sürur Kimsenin tıfl-ı derd ile olmaz şiven‘’ diye tarif ve tavsif ettiği hassas, müşfik bir kadındı.
Osmanlı saray geleneklerine göre ilk doğan şehzadelere büyük şenlikler yapılırdı. III. Selim’in doğumu dolayısıyla İstanbul’da haftalarca şenlik yapıldığını tarih kitapları uzun uzun yazmaktadır.
Selim’in annesi, Selim’in tahsil ve terbiyesi işiyle babasından daha çok ilgilendi. Selim’in annesi Mihrişah Sultan bir Gürcü cariyesi idi. Mariz denecek kadar hassas bir kalbe malik olan Mihrişah Sultan güzelliği, zarafeti ve kibarlığı hakkında dolaşan sözlerle devrin şairleri üzerinde silinmez bir tesir bırakmıştı. İşte, çok nazik ve merhametli olan III. Selim, bu hassas valide elinde büyümüş ve daima hassas bir kalp taşımıştır.
Babası III. Mustafa tarafından çok iyi yetiştirilen Selim, 1774’te babası öldüğünde 13 yaşındaydı. Tahta geçen amcası I. Abdülhamit saray geleneğine uyup onu kafes dairesine koydurmakla birlikte, saray içinde bir oranda özgürlük tanıdı. Padişahlık yıllarının büyük bir kısmında kardeşinin oğlu Selim’e şefkatle muamele etti ve ona veliaht şehzadelerin kafes arkasında yaşamaya mecbur oldukları hapis hayatının ağır şartlarını tatbik etmedi. Selim, yarıda kalan tahsiline kafeste devam etti. Öğrenimine, oldukça serbest bir şekilde özen gösterildi. Ancak devlette gördüğü gevşeklik hastalığından şikayet ettiği, buna çare bulmak için danışmalarda bulunduğu, araştırmalar yaptığı ve hatta eski padişahların sikkelerini inceleyerek, tahta çıktığı zaman bastıracağı paranın şeklini düşündüğü rivayet edilmiştir. Bunlardan dolayı kafes onun için bir mektep olmuştu.
O, şehzadelik zamanında kendisini, varisi bulunduğu Osmanlı tahtına layık bir veliaht olarak yetiştirmek için her imkandan faydalanarak çalışmıştı. Artık devlet idaresi başına geçeceği mukadder zamanı bekliyordu. Fakat Selim’in 28 yıl süren şehzadelik devri hep aynı müsait şartlar içinde geçmedi. Sık sık devletin durumunun kötüye gittiğini dile getirip hep bundan şikayet eden Selim birkaç kez tahta geçmeye teşebbüs etmiş fakat başarılı olamamıştır. Hatta şehzadelik döneminde çektiği sıkıntıları kaleme aldığı bir beyitle dile getirmiştir:
‘’Bu ben mahbûsa yâ Rab eyle imdâd
Ki etdi Yûsuf’u zindândan âzâd’’
‘’ Yusuf’u zindandan kurtaran Rabbim mahpus olan bana da yardım eyle.’’
III. Selim mahpus günlerini Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılmasına ve babası Hz. Yakup’un oğlu Yusuf’un başına gelenler dolayısıyla çektiği ızdıraplara benzetir. Mahpus olarak yaşadığı müddet sağlıklı mal, mülk, ikbal, nimet gibi her türlü devlete fazlasıyla sahip olduğunu açıklamakla beraber yine de bir gam köşesi gibi olduğunu ileri sürerek, uzun müddet süren ve güç gelen bu mahpus hayatından kurtuluş için Allah’a yalvarır.
Sultan Selim, amcasının ölümü üzerine 1789 yılında Osmanlı tahtına oturdu. Tahta çıktından sonra devleti içinde bulunduğu vahim durumdan kurtarmak adına birçok yenilik yaptı. Bunlardan en önemlisi artık devlete yarar sağlamayan hatta maddi açıdan devletin sırtında adeta bir kambur haline gelen Yeniçeri Ocağı’nı kapatıp yerine Nizam-ı Cedid ordusunu kurmak oldu.
Yirmi yıl süren hükümdarlığı esnasında yenileşme yolundaki teşebbüs ve gayretlerinden başka, musiki ve şiire karşı göstermiş olduğu derin ve hararetli ilgiden dolayı, edebiyat ve musiki tarihimizde geniş bir yere sahiptir.
İçindeki saltanat hırs ve arzusunun siyah dumanlı alevi yerine, aşk ve heyecanının rengarenk kıvılcımları parlayan bu sanatkar yaratılışlı, sanatkar doğuşlu insan, musiki öğrendi, şiire de merak sardı. Her iki sahada da iz bırakan faaliyetler gösterdi. Makamlar icat etti ve iki yüz sayfalık bir divan yazdı. Musiki ve edebiyata karşı özel bir kabiliyeti vardı. 15 yıl boyunca müzikle uğraştı, besteler yaptı, şiirler yazdı. Bu meşguliyetler onu fikir ve ruh bakımından da olgunlaştırdı.
Sultan Selim döneminin ünlü şairi ve Mevlevi Dede’si Şeyh Galip’le bir hükümdar gibi değil iki şair, iki tarikat yoldaşı gibi dostluk kurmuş, edebi sohbetler yapmış, bu yakın dostluk ölümüne kadar sürmüştür. Bu sanat ve anlayış arkadaşlığı o derece ileri gitmişti ki, Cevri Dede’nin yazmış olduğu şiirlere şarkı formunda besteler yapmıştır. Selim şiirlerinde ise ‘’İlhami’’ mahlasını kullanmıştır. Atalarının aksine bu mahlası kullanmasının sebebini eserlerinde belirtmemiştir.
Selim şiirden çok musiki ile ilgilenmiştir. Musiki hocalığını Kırımlı Ahmet Kamil Efendi ve Tamburi Ortaköylü İzak Efendi yapmıştır. Bilhassa peşrev ve saz semaileriyle o devrin ünlü bestekarlarından biri olan İzak Efendi’ye karşı padişahın fevkalade hürmet ve teveccühü olmuştur. Yanına geldiği zaman ayağa kalktığı söylenir.
Tamburi ve neyzen olan Sultan III. Selim aynı zamanda Mevlevi idi. Bu alçak gönüllü şahane derviş, Galata Mevlevihanesi Defter-i Dervişan’na “Selim Dede” diye imza atmıştı. Bütün hayatı boyunca bu ilim ve sanat yuvasını korumuş, her türlü yardımı esirgememiştir. Mevlevi dergahlarından yetişmiş olan sanatkarların sanat yolunda ilerlemesi için her imkanı sağladığı gibi, bizzat kendisi de bu sanata istidadı olduğunu gördüğü ya da duyduğu kimseleri musikimize kazandırmıştır.
Ayrıca III. Selim’in spora önem verdiği ve bizzat sporla uğraştığı, özellikle kemankeşliğe (okçuluk), tüfenkendazlığa (tüfek kullanmak) merak sardığı da bilinmektedir.
Kendisinden Sicill-i Osmani de (Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 20. asrın başına kadar yaşamış meşhur şahıslar hakkında bilgi veren biyografi ansiklopedisidir.) şu sözlerle bahsedilir. ‘’Alim, kamil, cömert, yumuşak huylu, kanaatkar, ileri görüşlü, çalışkan ve gayretliydi. Güzel şiirleri vardır. Musikide ustaydı. Ta’lik hattatı olup el yazıları güzeldi. Düzenli ordu kurmaya, ıslahat ve tanzimata çalıştı. O derecede heybetliydi ki Cezzar Ahmet Paşa asi iken adları anıldıkça ayağa kalkardı ve ferman-ı hümayununa binek taşına kadar inip muhalefetinin ricale karşı olduğunu söylerdi.”
İpek kalpli bir validenin kanatları altında yetişen, şehzadelik döneminde kafeste kaldığı sürece verilen ilaçlar nedeniyle neslini sürdürmesi engellenen, heybetiyle korku salan hatta halkının ırzına musallat olan sokak kabadayısını ikiye biçen ve tamburunun tellerine dokunduğunda ruhları başka aleme sevk edecek kadar iyi bir musikişinas olan bu ulu hükümdarın aramızdan ayrılışı kadife ruhuna tezat canice olmuştur.
Yeniçeri Ocağının kötü gidişine dur diyebilmek için kurmak istediği Nizam-ı Cedid ordusu hayali onu Yeniçerilerle karşı karşıya getirmiş ve ölürken bile boğuşarak direnmeye çalıştığı yeniçeriler tarafından şehit edilen III. Selim’in hayatı imparatorluk tarihinin en kanlı, tüyler ürpertici bir faciası ile sona ermiştir (29 Temmuz 1808). III. Selim canilerin saldırışlarına sarayın loş ve karanlık bir odasında feryat ve tazallümlerini içine sığdırmaya çalıştığı Ney’leriyle mukabele etmişti.
Öldüğü zaman hırkasının cebinde Nevres-i Kadîm’in:
“Kendi elimle yâre açıp verdiğim kalem
Fetva-yı hûn-i nâhakımı yazdı iptidâ”
beyitinin yazılı olduğu bir kağıt çıkmıştır.
Babası III. Mustafa oğlunun atası Yavuz Sultan Selim gibi bir cihangir padişah olacağı ümidiyle Selim ismini verdiği III. Selim bize bu beyitle veda edip kutlu atalarının yanına göçmüştür.
Salim Değirmencisalimdegirmenci@lisan-iask.com
Nisan 2013
Kaynakça:
- Vikipedi
- Esendere Kültür Sanat Derneği ESDER Resmi sitesi
- www.tarihtarih.com
- III. Selim’in Şâir Kişiliğinin Yaşadığı Hayata, Devlet İşlerine ve Osmanlı’nın Batılılaşma Politikasına Etkileri / Yrd. Doç. Dr. Kâşif Yılmaz Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye