Süleyman Kalkan-Orta Afrika ve Susuzluk

Orta Afrika ve Susuzluk

Afrika, üstü başka altı başka ortası bambaşka kıta. Zulümlerin, kandırılmışlıkların başkenti! Masum insanların yuvası, yani Afrika’nın tam ortası… Tam orta ama, iyi niyete tecavüzün en başı Orta Afrika.

Tek yaptıkları oldukları gibi olmaktı bu masum insanların. Masumluklarını ezanın cefanın başkenti olmakla ödediler. Halbuki hiç bir şey istememişlerdi. Ama karşılık olarak her şeylerini kaybettiler. Durum o kadar vahimleşti ki içecek suya dahi muhtaç bırakıldılar. Ne acı ki, o siyah adamlara yazık oldu.

Dünya da birçok devlet kuraklık sorununa, orayı sömürme yarışına verdikleri önemin yarısı kadar önem verselerdi, her şey şimdi çok daha iyi olabilirdi. Fakat insan yine en büyük zulmü kendine yaptı ve kardeşini ölüme terk etti. Doğada bir kanun vardır:  Güçlü güçsüzü yer. İşte hayvanlara özgü olan bu kanunu insan kendi namına işletti. Kabilin Habili yok ettiği gibi bazı kabil zihniyetliler masum Habilleri yok etti. İnsaf diyorum, bari bunu yaparken yüzünüzdeki melek maskelerini çıkarsaydınız. Kabil kadar insaflı olamadınız mı? Hiç olmazsa amacınızı açıkça söyleseydiniz.

Şu çarpıcı hikaye durumun dehşetini anlamamıza yardımcı olur sanıyorum; Kuraklık yangının ekinleri biçtiği gibi insanları teker teker yere seriyordu. Evlatlar anne babalarını değil, anne ve babalar evlatlarını gömüyordu. Adem, bu dünyanın içinde onlardan sadece bir tanesiydi. Bir babaydı O. Çocuğuna istediği bir oyuncağı alamadığı için üzülen bir baba değildi ne yazık ki. Daha doğrusu ne isterdi böyle bir şeye üzülmeyi. Evlatları gözünün önünde susuzluk ve açlıktan erirken kahroluyordu Adem! Onların derdi kendini unutturmuştu Adem’e. Yüreği  evlatları için yanan Adem bir gün bir haber alır. Şehir merkezinde içecek yiyecek olduğuna dair. Bunun haberi bile Adem`i mutlu etmeye yeter. Beş tane evladı için umutlanır. Evlatlarının bu yolculuğa dayanacak güçleri yoktur. Adem evlatlarını sanki bir daha göremeyecekmiş gibi bağrına basar. Öper koklar. İçine akıttığı gözyaşları yüreğini yakar Adem’in. Ardından yola çıkar. Yolculuk çetindir. Suyun olmadığı bir yerde binek bulma şansı yoktur çünkü. Adem yolculuk esnasında bir evladının acı haberini alır. Yüreği mahzun Adem acısını içine atar. Çünkü savaş bitmemiştir. Geride kalan 4 evladı için mücadeleye devam etmelidir. Adem sekiz günlük zorlu yolculuğun ardından şehre varır. Ama duyduğu haberin gerçek olmadığını oraya varınca anca anlayabilir. Adem artık sahip olduğu tek şeyini ümidini de kaybeder. Geride kalan 4 çocuğundan ise haber alamaz. Ey yüreği sancılı Adem! Ey kalbi kırık Adem! Yüreğimiz senin hikayeni duyunca alevler içinde kaldı. Aklımız çöllere düşüp mecnun oldu. Varlığımız varlığından utandı. Atalarımız ne güzel demiş “tok açın halinden ne anlar”. Eğer bu söz doğru olmasaydı senin evlatların orada ölmezdi. Çünkü sen orada ölürken bizler burada düşüncesizce savurmazdık. Seni sadece rahat yatağımıza uzandığımız zaman değil, yediğimiz her lokmada hatırlardık. Ve o lokmalar boğazımıza dizilirdi. Kilometrelerce öteden senin acını ta yüreğimizde hissederdik Biri’nin dediği gibi.

Ama hal şu ki;  bizlere sizi, sizlere de bizi unutturdular. Hep düşman gibi gösterdiler. Hatta yam yam ilan ettiler sizi. Sanki insan değil de başka bir şey gibi gösterdiler. Kaba saba insanlar olarak tanıttılar. Halbuki öyle olmadığınızı çok geç anlamaya başladık.

Benim bir arkadaşım var adı Muhammed İsa Ebubekir. Kendisi Nijeryalı. Haliyle zenci. Ama şu güne kadar hiç insan yediğini görmedim. Birisiyle tartıştığını da görmedim. Kimsenin kalbini kırdığını da görmedim. Hatta zenci olmasa bizden birisi zannederdim Onu. Aramızda ki ince çizginin sadece renk olduğunu fark ettim. Orada kuraklıkta kırılanın Muhammed olduğunu düşününce insan durumu daha iyi anlıyor. Çünkü burada Muhammed ile birisi tartışacak olsa suç Muhammed`de değildir. Birisi onu insanlara kötü göstermek için yapıyordur. İşte medeniyetin en büyük savunucuları olan medeniyetsiz insanların yaptığı da budur. Onun için biz kendimiz tanıyalım o insanları. Başkalarının yalan yanlış sözlerine bakmayalım. Kendimiz tanıyalım onları. Belki, atalarının yaptıklarını onlara yüklemeyelim. Kuraklık afetine düşmüş kardeşlerimizi yalnız bırakmayalım. Çünkü ben biliyorum ki mazlum olan herkes, din, dil, ırk fark etmeden bu milletin yüreğini yakar. Tarihimizden aldığımız derslerle bunu çok açık görebiliriz. Bizlerde atalarımız gibi oradaki kardeşlerimize sahip çıkalım. Gerçek kimliğimizi kaybetmeyelim.

Yazımı şu sözlerle bitirmek istiyorum. “Merhamet insan yüreğinin şerefidir. Merhametini kaybeden insan şerefini de kaybeder”. Gelin bizlerde atalarımız gibi şerefli insanlar olalım ve kardeşlerimize sahip çıkalım…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir