Şu an elimde bulunan sayfaya karşı antipatimi yenecek ironiyi sonunda buldum: “Çaycıdan”. Dergimizde sağladığımız geniş fikir ve hayal gücü özgürlüğünün önüne dikilmiş çelikten duvarlar,zincirden prangalar (hata: prangalar zaten zincirden olur) ve katı bir müdahaleyi andıran editörden yerine çaycıdan…
Aradığım ironi kesinlikle bir sınıf olayı olmayıp, hem kişisel en büyük zevkim olan çaya bir gönderme hem de yaptığımız işin yorucu taraflarını anlatmak açısından bir örneklemedir.
Evet, bu yazı derginin içeriği anlatabilecek bir ön yazı değildir. (Aşağıda tabi ki anlatacağım.) Ancak bir çaycı edasıyla olanları, olacakları anlatabilir sadece.
Ben bunu cennetin kapısına benzetebilirim. Düşünsenize cennete gireceksiniz ve karşınızda bir kapı duruyor geçmeniz gereken. İçeride bir cennet var ama siz kapıdasınız, kapının önünde. Bu sayfanın arkasında bir cümbüş var. Bir gökkuşağı, rengarenk… Farklı hülyaların kaza yapmadan birleştiği bir kavşak, bir geçiş var içeride ama siz buradasınız. Bir kapı da, bir geçiş noktasında, bir çizgide… Bir sonraki cümlenin ne olduğunu bilmeden beklediğiniz bir andasınız.
Ve bende dergideki çalışma arkadaşlarımın çaylarını bekleterek, sizlere bu satırları yazmaktayım. Beklesinler değil mi?
Özellikle özür dilemem gereken bir konu var ki bununla başlayacağım. Başlayacağım derken pek de argüman bulunmamakta elimde. Sistemlerimizde meydana gelen arızadan dolayı mayıs ve haziran ayı içerisinde bizlere gönderilen pek çok(!) çalışma başvurusu elimize ulaşamamıştır. Ve ulaşamadığı için, geri dönüş yapamadık. Başvuru yapan arkadaşlarımızın hepsinden sizlerin huzurunda teker teker özür diliyorum. Bu arızanın farkına da başvuru yapan bir arkadaşımızın kuvvetli siteminden haberdar olduk. Bu konuda da kendisini hem teşekkür ediyor hem de özürlerimizi sunuyorum.
Sayfa kaygısı taşımadığımız için gelecek katılımlara her daim açık bulunmaktayız. Başvuru yapan arkadaşlardan ricam başvurularını yinelemeleridir. Başvurulara kısa bir özgeçmiş eklemeyi de unutmayınız efendim.
Mutfakta hummalı bir çalışma, daima kaynayan bir çaydanlık var. Siz bu satırları okurken çoktan diğer sayının hazırlıkları başlamış, giden gelen mailler birbirine karışmış, en karanlık duygular açığa çıkıp çıkmama konusunda bir savaşa başlamış olacak çoktan. Ve kalemin mürekkebi azaldıkça bir yudum daha alınacak çaydan, iftardan sonra…
İftar demişken hem Ramazan ayının sofralarınızı bolluk ve bereket ile doldurmasını diler, hemde bayramınızı kutlarım. Özlediğiniz bayramları, gah bir sokak arasında dolaşırken, gah otobüste bir çocuğun gözlerinde gördüğünüz çocukluğunuzda kalmış güzel duyguları tekrar tekrar yaşatacak güzel bir bayram geçirmenizi temenni ederim. Her bayram öncesi olduğu gibi bu bayramda uyarılarımızı yineleyelim yolculuğa çıkacaklara: Trafikte aman dikkat, bayramlarımız bayram şekeriyle süslensin, helvalarla değil!
Bu ay Süleyman Kalkan ilk yazısı “Bir Garip Adam: İbn-i Sina” ile aramıza katıldı. Sürükleyici bir anlatım ve hikayeleştirilmiş bir kurgu ile karşınıza çıkıyor. Kendisi de aramıza hoş geldi sefalar getirdi. Celile Acar farklı bir Ramazan yazısıyla, Ali Aslan hayatımızın merkezinde bulunan paranın hikayesiyle, Fatih Mehmet Tanyolu “Bir Milletin Amentüsü:30 Ağustos” yazısıyla, Negin Abdi “Ferdozi(Firdevsi)”yi anlatan araştırmasıyla, Anıl Civan, Burak Eren, Burak Deveci, Göktürk Zengin ve Yusuf Ömer Arıcı yine birbirinden harika şiirleriyle, Ahmet Kırdaş dergimizdeki ilk denemesi ile sizlerin karşısına çıkarken, Aybike Şahin son yazısı “İyi Çocuklar ve Kötü Hikayelerine Dair” ile bizlere veda ederek aramızdan ayrılıyor. Kendisine de katkılarından ötürü teşekkürlerimi ve hayatının geri kalanında başarı dileklerimi sunuyorum. Ne zaman arzu ederlerse bu sayfalar kendisine açıktır.
Buyrun şölene… İyi okumalar efendim, bardığınızda çayınız, evinizde huzurunuz, hayatınızda umudunuz tükenmesin. Mutlu Bayramlar…