Sen…
Solgun bir yüz ve sevgiye hasret bir çift gözle bakıyordun sokağa
buğulu bir cam ardından.
Fırtınaların yarattığı hengamede bir ritim tutturmaya çalışıyordu
kırıklarla dolu kalbin.
Keşkelerle dolu zihnin ve her terkedilişte daha bir çöken bedeninle
sessiz bir feryadın abidesi olmuştun sanki.
Yorulmuştun hem de çok yorulmuştun.
Ardı arkası gelmeyen acıları sineye çekmekten,
dermansız dertler yüklenmekten
ve kendi kendine zulmetmekten yorulmuştun.
Ağladın geceler boyu durmadan.
Bütün yitirişlerinin yasını tuttun
yalnızlıkların kol gezdiği o karanlık gecelerde.
Ağıtlar yaktın güvenerek dayandığın
duvarların bir bir yıkılmasına.
Ve ben…
Buğulu camın öteki tarafında
içimdeki sen’in kurumaması için
aşkla suladım onu her gün.
Her sulayışta yeni senler açtı içimde.
Aşk kokan,sevgi kokan,mutluluk kokan senler…
Ama…
Bazen de üzerini keşkelerle nakış nakış işlediğim isyan bayrağını
dalgalandırdım hayatımın en yıkık tepesinden.
Nedenlerle,nasıl olurlarla ve en sonunda da kabul etlerle doldurdum
Hayal dünyamın karanlık gökyüzünü.
Ve gerçeğin kordan yüzünü tutmanın
acısını yaşadım her zerremle.
Şimdilerde ise amaçsızlığın demliğinden kana kana
Boşvermişlikler içiyorum.
Vurdumduymazlığın rüzgarına dönüyorum
sahte gülüşler maskesi takmış yüzümü.
Oyunculuğumun değerini biliyor,
aldığım rolleri layıkı ile yerine getiriyorum.
Anlayacağın ben bu kokuşmuş hayatın
bir figüranı olmanın haklı gururunu yaşıyorum!…
Abdurrahman Solakabdurrahmansolak@lisan-iask.com
Nisan 2013