Biz seninle varlığımıza değil ama yokluğumuza çabuk alıştık, alıştın… Seslerimden kurulu yol sana ağır geldi… Ağır geldik birbirimize… Şimdi yıllardır sözcüklerden oluşan, harflerden kurulu bir köprüden sesleniyorum sana(hayatına)… Dar kalıplar ve sınırları çizilmiş bir sesleniş benimkisi… Yorulduğum anlar oluyor elbet… Anlatmak isteyipte anlatamadığım, sınır ihlaleri yaptığım ve sonunda ceza yeyip kısa süreliğine yalnızlığına mahkum olduğum zaman dilimleri de oldu…
Farkında olmadan büyük bir tiyatro oyunu sergiliyorduk biz yıllarca seninle… Oynadık… Sen bu oyundan hiç kopmadın… Çünkü bulunduğun şehir de altından yeni hayatlar akıyordu… Yeni iş arkadaşları, yeni geziler, yeni konserler, yeni cafeler, yeni sevdalar… Ve ben elimde seni tanıdığım ilk günden kalma repliklerle oynayıp duruyordum… Değişecek hiçbir şeyin olmayacığını bilip, kendi kendime umut edinip ahmakça savuruyorum zamanı… Umut fakirin ekmeğiydi ya hani…
Kısa süreliğine deli cesaretine bürünüp dokunmuyoırum cümlelere… Ben dokunmadıkça daha özgürsün biliyorum… Omuzunda bir yük, yüreğinde mecburiyetin olmayışı kendini hayatın içinde unutturuveriyor… Seni duymadığımda, daha kolay unutabileceğimi düşünürken şu kahrolasıca gün dönümü yok mu? elimi kolumu bağlıyor, olmadık düşüncelere itiyor beni… Kendimi unutturmak, hayatında ki çocuğa mutlu bir yaşam armağan etmek gibi… Hayıflanıyorum… Şizofrenik bir hikayenin başkahramanı oluyorum…
Kendime acımayı çok uzun zaman oldu bırakalı… Kendimden geçtiğim duygularımı ben sana yol yaptım, harcadım… Hiçbirinden ve hiçbir şeyden pişman değilim… Dışarıdan nasıl göründüğümde umurumda değil… Umrumda değil bundan sonrası… Kavuşamayınca adı aşk oluyormuş ya hani, anladım… Zor olsa da anlattın…
Sevdim…