Eylül ile kapısını çaldığımız ekim ile tam ortasında kaldığımız bir zaman dilimindeyiz. Bir mevsimden daha çok hüzün rüzgârları karşılar bizleri. Yazın o renkli, canlı görüntüsü yerini yaprak dökümleriyle çıplak kalmış ağaçlara, ürperten ılık rüzgarlara bırakır. Gün batımları artık daha kızıldır, gün geceye çoktan küser; güneş bile kapatamaz bu kırgınlığı, ay bile pırıltısından vazgeçer.
Artık sarı yapraklarla boyanan kaldırımlarda yürüme zamanıdır. Şansın varsa gündüzün o ılık yağmurlarında aynı şemsiyeyi paylaşıp ıslanmadan yürüyebileceğin birini bulma zamanıdır. Aynı zamanda eskileri yâd etme zamanıdır soğuk bir bank üstünde. Otururken gözlerin sık sık dalar uzaklara, loş sokak lambalarında hazin bir şekilde kaybolma zamanıdır.Dinlenen her şarkıda hep söyleyemediklerimiz vardır, duyulan her ayak sesi bir özlem.Kendi benliğimizde hissettiklerimiz koca bir karmaşayı andırır. İç çekişlerin doruğa ulaştığı geceler, ürperten düşler yorgun gelen sabahı karşılamakta.
Geceleri sicim gibi yağan yağmurlar sokakları kimsesiz bırakır, gökyüzü gözyaşlarını tutamaz artık gecenin zifiri karanlığında yağmur sesleri kaplar her bir yanı. Mavinin özgürlüğü, beyazın ışıltısı yerini grinin karamsarlığına devrederken,dalgalar kayalara daha hırçın vurur. İnsan ilişkilerini doğa üstlenir bakarsınız yaprak vazgeçer daldan, dal ise yorulmuştur yaprağı taşımaktan. Aynı dalda birbirine yarenlik eden iki yaprağın bağları bir sonbahar rüzgârıyla son bulur.Doğa kabuğuna çekilir de karanlıklar içinde bir ışık bekler.
Zaman ayrılıktır artık, zaman son bulma zamanıdır.