Daldığım tatlı uykudan ani bir sarsılmayla uyanıyorum. Otobüs, taşlı yoldan yolcularını sallayarak ilerlemeye devam ediyor. Herkeste bir şikâyet, yavaş yavaş yükselen bir uğultu, uykudan uyanmış olmanın yarattığı bir asabiyet. Neyse ki çok uzun sürmeden tekerlekler, asfaltına kavuşuyor. Yolcular, huzurla uykularına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ben de küçük penceremden seyir keyfime başlıyorum.
Şirin evlerin boy boy sıralandığı bir kasabayı hızla geçiyoruz. Karşıma, bana selam verirmişçesine eğilen kavaklar çıkıyor sonra. Ben de gizlice el sallıyorum onlara. Eylim eylim savrulan başakların arasındayım şimdi de. Doğadaki her şey gibi onlar da mükemmel bir uyum içindeler. Sarının dansını yaparlarken geride bırakıyorum başakları.
Aşina bir yol burası, sık sık gelip geçtiğim. Fakat her bakışımda beni duygularımla yüzleştirmeye iten farklı bir tablo oluyor. Bir kenara attığım, ertelediğim, gizlediğim duygular nedense yolculuklarım sırasında “Merhaba!” deyiveriyor. Kâh acılarım saklandıkları yerden çıkıp sobeliyorlar beni kâh hayallerim sarıp sarmalıyor benliğimi. Galiba en çok seyahat ederken kendimle baş başa kalıp iç sesimi dinliyorum; gündelik işlere kapılıp duyumsamazlıktan geldiğim iç sesimi… Geçmişin karanlık odalarında “Neden? Nasıl? Niçin?” sorularına cevap arıyorum. Ama bu düşünceler fazlasıyla yoruyor zihnimi. Tıpkı bir kukla gibi iplerimi hayallerimin eline bırakıyorum. Ve soluk mavilikte kocaman bir buluta dönüşüyorum. Hem de âşık bir bulut! Sevdiğinin yüz hatlarına bürünen divane bir bulut! Aniden esen bir rüzgâr beni dağıtıveriyor. Böylelikle mavi-beyaz hayallerime veda edip yollara tekrar dönüyorum.
Geniş bir tarla ve arkasında sıra sıra dizilmiş tepecikler… Tarlanın içinde eski bir yerleşim yerinin kalıntıları… Kim bilir hangi insanlara kucak açtı bu tarla? Ne aşklar ne savaşlar gördü bu tepecikler! Ah bir dilleri olsa da anlatıverseler bana! Hiç sıkılmadan dinlerim onları. Belki ben de onlara hayat türkümü mırıldanırım. Özlediğim anılardan, mutluluğa yelken açtığım denizlerden konuşuruz. Bir de yapmak istediklerimden…
İnsanın yapmak istedikleri bitmiyor değil mi? Elleri buruş buruş olup beli bükülse de bir işe yaradığını hissetmek istiyor. Kendine ve güzel günlere inancı hiçbir yaşta tamamen yok olmuyor. Ama bazen kötü şeyler geliyor başımıza, istenmeyen durumlar. Ben de yaşıyorum bu durumları. Her şey bitecek artık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak zannediyorum. Sanırım böyle durumlarda bu kötü şeylerden de güzel bir şeyler çıkarmayı başarmalıyım. Ara da bir de yola çıkmalıyım tabii!
Ah işte beklediğim manzara; rüzgâr gülleri! Dağ boyunca sıralanmışlar. Rüzgârla beraber besteledikleri melodiyi duyar gibiyim. Rüzgârgülleri bana hep değişimi anımsatmıştır. Onları gördüğümde yaşadıklarımın beni nasıl da değiştirmiş olduğunun ayrımına varıyorum. Asla yapmam dediğim şeyler bir bir gözümün önünden geçiyor, yapmışım hem de hakkını vere vere. Pişmanlık duymadıklarım da var, keşkelerim de… Ama hepsi rüzgârgülleri gibi arkamda kaldı, hayat yolu devam ediyor.
Yemyeşil nehirleri, görkemli köprüleri ve dev bir kapı gibi açılıp bize yol veren dağları geçiyoruz. Güneş de usulca bana veda ediyor ve yıldızlar sahneye çıkıyorlar. Artık gördüğüm tek şey ışıklar ve dilimde eskimeyen bir mısra; “Yine de ışıklar bu kenti güzelmiş gibi gösteriyor geceleri.” Geceler, kusurları örtüyormuş gibi. Keşke, geceler bizim de yaralarımızı sarıp sarmalasa. Giden dostların açtıkları boşlukları kapatsa. Bir o kadar sevip, bir o kadar da kızıp, kırılıyorum vefasız dostlarıma. Hepsini bir arada hissediyorum yüreğimde, gözlerimde biriken yaşlara engel olamıyorum. Gizlice siliyorum gözyaşlarımı ve yeniden kapılıyorum ışıltılara. Yüzümde tuhaf bir gülümseme, sanki az önce ağlayan ben değildim. Galiba en doğrusu da bu; her şeye ve herkese rağmen torbamızdan eksik etmeyeceğiz gülmeyi. Arada bir yollarda kaybolup, yeniden şahlanıp koşacağız. Şairin de dediği gibi:
“Ah yollara çıkmak lazım şimdi.
Unutulmuş paslı bir hançer gibi çekilmek kınından
Ve yollara sürtündükçe yeniden bilenip ışımak lazım.”