Günlerce sızlanıp durdum şöyle diyerek:
‘’Beni anlatabilsem beni… İyi çocuklara kahramanlara…’’
Sonra şikayet etmekle olmaz, anladım. Başladım anlatmaya. İyi çocukların korkudan ödleri patladı. Öyle çok ağladılar ki… İşin fena yanı, korkularını yenmek için kötü olmaya karar verdiler. İyilikten vazgeçtiler. Sıra geldi kahramanlara. Benim hikayem hiç mutlu etmedi onları. Yaşadıklarımın absürtlüğünden olsa gerek, onlar da kahraman olmaktan vazgeçtiler. İnsanlığın buna değmeyeceğini söylediler üstelik bana. Yani ne gerek var ki canavarlarla savaşmanın? Bombaları son saniyede imha etmenin? Kötüleri bile kurtarmak için hayatlarını tehlikeye atmalarının?
En büyük acıyı birbirlerine yaşatmakta ısrarlıydı insanlar. Anlattıklarımın iyiler ve kahramanlar üzerindeki olumsuz etkisini görünce ben de başkalarına yöneldim haliyle. Anlatmalıydım seni, dipsiz kuyulara haykırmalıydım illa. Gittim halden bilmeze, yalana. Burası artık böyle dediler. Ne varmış ki bu kadar üzülecek bunda ? Vazgeçtim anlatmaktan, vazgeçtim işte. Oysa çocukken bile büyüyünce prensle evleneceğime inanacak kadar aptal değildim. Fakat büyüyünce bir şey oluyor insanlara.
Kim deli değil ki? Neden itiraf etmiyoruz, ruh sağlığı denen şeyin kocaman bir saçmalık olduğunu kendimize bile? Nerden gelip nereye gittiğiyle ilgili tatmin edici cevapları olmadan, burada ne yaptıklarını bilmeden yıllarca yaşayabilen biz insanlar mı doğanın en zeki yaratıklarıyız? Darwin’in teorisine uymadığımıza dair en sağlam temelimiz bu mu?
Hayır! Sen buraya beğendiğin tüm ayakkabıları almak için gelmedin. Dünyada var olan çikolataları yeme hayalin birkaç yıl sonra seni hayata bağlamaya yetmeyecek. Sen emekli olunca geleceği yok güzel günlerin. Yarına tutunabilmek için başka bir sebebi olmalı insanoğlunun.
Ve benim payıma düşen zaman da sorularımı cevaplamaya yetmez, farkındayım. Bizi çıldırtan; soru sormak yerine saçmalıklara inanmak. Farkına varın.