“Şu Ahmed Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız?”
Yahya Kemal Beyatlı
Ahmet Yesevi… Türklerin manevi hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu, bilinen ilk büyük Türk mutasavvıfı, Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pir-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair…
Ahmet Yesevi hakkında yazılmış birçok efsane vardır. Kendisi 1093 yılında Çimkent şehrine bağlı Sayram’da, şimdiki Kazakistan topraklarında doğmustur. Çocuk yaşlarında ailesiyle birlikte Yesi şehrine taşınır. Babası Sayram’ın meşhur mutasavvıflarından olan İbrahim Ata (İbrahim Şeyh), annesi ise Sayramlı Musa Şeyhin kızı Ayşe Hatun’dur. Yedi yaşındayken annesini, ardından babasını kaybetmiş ve ablası Gevher Fiehnaz tarafından büyütülmüştür.
Ahmet Yesevi, Yesi’de Arıstan Baba’nın (Arslan Baba) öğrencisi olur. Rivayete göre Arıstan Baba Hz. Muhammed (sav)’in sahabelerinden biriydi. Bir gün Hz. Muhammed (sav) sahabeleriyle oturup yemek yiyorlardı ve tabaktan sürekli bir hurma düşüp duruyordu. O sırada Hz. Muhammed dedi ki:
- Bu hurma Müslüman Ahmed üzerine tasarlanmıştır, kendisi 400 yıl sonra dünyaya gelecektir.
Sonra peygamberimiz yoldaşlarına sorar:
- Kim bu hurmayı ona aktarmak ister?
Ama herkes susar. O sırada Arıstan Baba cevap verir:
- Eğer siz Allah’tan benim için 400 yıl ömür isterseniz, ben bu hurmayı ona aktarabilirim.
Ve yine efsaneye göre Arıstan Baba 400 yıl sonra Ahmed Yesevi’ye hocalık yapar ve gerçekten o hurmayı ona aktarmış olur.
Hocası öldükten sonra Ahmet Yesevi, dönemin en önemli merkezi olan ve değişik bölgelerden binlerce öğrencinin akınına uğrayan Buhara’ya gider. Buhara’da Yusuf Hamadan’dan eğitim almıştır. Yusuf El-Hemedânî’nin ölümünden sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenir ve üçüncü halef olarak bir süre Buhara’da hizmete devam eder. Daha sonra Yassa (Yesi) şehrine geri döner.
Yesi’ye dönen Yesevi, büyük bir etki alanına ulaşacak olan Yeseviye Ocağı’nı kurmuştur. Döndüğü zaman bu şehir, kültür ve Deşt-i Kıpçak (Dinyester ile İrtiş ırmakları arasındaki bölgenin tarihsel adı) bozkırlarında önemli bir merkez hâline gelir. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergâhında yetişip Hint kıtasından İdil boylarına, Çin Seddi’nden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşat göreviyle gönderilen dervişlerin sayısı, 99 bindir. Bu, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden önemlidir.
Türki halkların hamurkârı ve tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmed Yesevi, Türki aydınların Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde, ilk defa Türkçe şiirler söyleyen kişidir. Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır. Ahmet Yesevi bu durumu şu dizeler ile dile getirmiştir:
Sevmiyorlar bilginler, sizin Türkçe dilini,
Bilgelerden dinlesen, açar gönül ilini.
Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,
Anlamına erenler, başı eğip uyarlar.
Miskin, zayıf Hoca Ahmet, yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçeyi.
Ahmet Yesevi 63 yaşına geldiği zaman dünyadan göç etmek ister ve bir karar alarak kendisini tekkesinin avlusuna yaptırdığı çilehaneye hapseder. Hayatının geri kalan kısmını burada geçirir. Bunun nedeni şöyle bilinir; kimse Hz. Muhammed (sav)’den üstün değildir ve ondan fazla yaşamak istememiştir. Ahmet Yesevi, güneşi görmek istemez ve bodrumda, karanlıkta İslam’la baş başa kalır ve İslam’ı öyle yaşar.
73 yıl yaşar ve 1166 yılında vefat eder. Yesevi ulusal bir aziz olarak toprağa verilir. Orta Asya’nın bütün Türki halkların “Ulusal Aziz”i olarak kabul edilir. Mezarı, Karahanlılar emriyle Moğol gezileri sırasında tahrip edilir. Ölümünden 223 yıl sonra onun mezarının yerine “Hazreti Sultan” türbesi dikilir (1336-1405).