Küçükken; “Ben sana küstüm boz işte ” diye İşaret ve orta parmağımızı çapraz yapar işin resmiyete binmesi için iki parmağın bir birinden ayrılacağı o anı beklerdik sebebini bilmeden… O el bozulmalıydı küstüm diyorsak. Ardından barışma seramonileri eşliğinde serçe parmaklarının dansıyla ateşkes imzalanır hiçbirşey olmamış gibi kaldığı yerden devam ederdi hayat… Ne niye küstüğümüz kalırdı aklımızda ne de niye barıştığımız; affetmek için küserdik belki de …
Sonraları huyumuz biraz değişti. Artık daha mantıklı sebeplerimiz vardı küsmek için. Tabi kendimizce mantıklı bulduğumuz sebeplerdi sadece.Mesela en sevdiği arabayı/bebeği bize vermiyordu arkadaşımız diye küstük. Oyunda bizim dediğimiz değil hep onun dediği oluyordu diye küstük bir defasında da. Ya da kıskandırmak için yeni aldığı bişeyleri gösterdi bize , evet kıskandık! Ve çaktırmamak için sudan bahaneler uydurduk küsüşlerimize çoğu zaman. Çocuktuk ya biz bile inanıyorduk yalanlarımıza… Yarı suçlu yarı haklı buluyorduk kendimizi ama biraz olsun şahsımıza torpil geçip haklılığı kendimize veriyorduk. öyle hemen serçe parmakları kavuşturup başa dönmek yoktu lugatımızda. İçimizdeki sese kulak verip ,artık farklı şeyler olması gerektiği düşüncesiyle yeni adımlar bekliyorduk. Paylaşılamayan oyuncak elimize verilecekti veya “tamam bu defa da senin dediğin olsun” denmesi gibi şeyler olmalıydı barışmamız için. Yani elde edemediklerimizi kazanmaktı küsme sebebimiz telafisiyse ipler bende dedirtebilmekti belkide…
Gel zaman git zaman derken taktiksel bir değişiklik için sıkıştırıyordu içimizdeki kendini keşfe çıkan kimliğimiz. “Hayır” diyordu “Bu defa öyle hemen barışmak yok.” Yüreğimizi burkan onun nefes almasını engelleyen birşeyler vardı içimizde .O rahatlamadıkça bir anlaşmaya da varılamayacaktı. Bu defa geçen seferki gibi kolayca barışıp hiçbirşey olmamış gibi başa dönmek salıvermiyordu yüreğimizin kafesinde kısılı kalmış kuşları.onları özgürlüklerine kavuşturmalıydık… Karşımızdakinin gözlerinden okuduğumuz pişmanlığını kelimelere dökmesini bekliyorduk usulca… Bu; özürün ilk var oluşu; tarihteki ilk kullanımıydı bizim için …
Bir özürdü onca kilitli kapının açılmasının yegane anahtarı; onca birikmişliğin bir anda azad edilmesi…O koca birikmişliği sığdırabiliyorduk özürün terazinin karşısı kefesine. Tek bir özüre yelkenleri indiriveriyor, gemileri yakıyor, aklımızdaki bütün fikirlere bir anda düşman kesiliyor hepsini bir bir denize döküyorduk.Sonrada dibe batışlarını seyre dalıyorduk; bi hışımla aklımızı dolduran o çılgın fikirlerin. Şans vermeyi, inanmayı, affetmeyi istiyorduk .Belki de kandırılmayı diliyorduk içten içe…
Özür dilerim; diye başlardı cümle
Kendimden beklemediğim şeyler yaparak seni üzdüğüm için,
Sana yaşattığım onca şey için,
Ve beni affetmen için…
Ne zaman kırıldık en son?daha kimlerin bizi kırmasına göz yumduk; izin verdik? Annemizin, yaramızı görünce “Öpeyim de geçsin ” dediği gibi bu yara da öpünce geçer miydi? Eğer öyleyse Kim öpmeliydi ruhumuzu kanser gibi saran iliklerimizi kemiren o biçare yaralı yanımızı? Geçer miydi yürek burukluklarıda, hayal kırıklıklarıda, umulmadık beklentilerin başımıza açtığı dertlerin sancısı da öpünce?
Affetmek için küsermiydik kendimize de?Ya da gerçekten çok sevgi dolu muydu yüreğimiz de oradaki koca saraydan bir odayı daha bağışlayabilir miydik, affettmek için özür beklenenlerimize?Zira özür bekliyorsa uzaktan da olsa bağışlamayı göze alabilmeli insan daha yolun başında…
Hep sıkıntı olmuştur aslında özür dilemek; ezik hissetmişizdir kendimizi. Hatalıyızdır ,biliyoruzdur ama ne bileyim işte karşı taraf haklı çıktı ya biraz havalı duruyo gibidir mesela rahatsız oluruz.Çekingenlik başlar , kendi haklılığına ikna etmeye çalışırsın kendini ama nafile… Özür diledikten sonra şımaran o insanlara denk gelmek varya işte en çok o sıkar canımızı.Özrümü geri aldım derdirtecek cinstendir onlar. Belki de bu insanlar yüzünden işi gurura bağlayıp özür dilemeyi unutan insanlar var.
Halbuki özür dilemek “Sen benden üstünsün “diyerek taçlandırmıyor kimseyi. “Bir anlık gaflette bulundum ve hataya düştüm bundan ötürü pişmanım” demenin kısaltmasıdır “Özür dilerim”ler…
Hepimiz hayatımızın her hata yapmaya devam edeceğiz ve ediyoruz da. bizi olgunlaştıracak tecrübeler hemde bu hatalar. Belki de bu yüzden de unuttuk özür dilemeyi .”Tecrübe “ kavramı yanlış yaptığımızı değil neyi yanlış yapmamamız gerektiğini hatırlattı bize de ders aldık dedik. Bir daha yapmayacğız dedik ; kırdıklarımızı unuttuk, af dilemeyi yada bir diğer bakış açısıyla bize kattıkları için teşekkür etmeyi … Nasıl bi kombin di bu? Özür dilerken teşekkür etmek bir diğer yandan da? Ya küsmek; barışmak için? Bence düşünlmesi gereken bir diğer konu da bu. Hayat işte önce küsmeyi sonra da barışmayı öğretti bir zamanlar. Şimdilerdeyse küsmeyi ve küstüklerimizi hayatımızdan silip atmayı mı öğretiyor? Yoksa biz mi küsmeyi unuttuk?
Kübranur Özata
Ocak 2013