Ben uzun bir hikayede başrol olmadım hiç.
Olsa olsa fıkra olurdu benden, ona da çok gülmezdin zaten.
Mani olurdum desem durağımı şaşırır başka yere gazel olurdum.
Yok yok anca ağıt olurdu benden…
Sende giderken birkaç gözyaşı eşliğinde bir avuç veda serperdin üzerime, dönüp arkana bir kez bile bakmadan…
Bense arkandan bakıp hep geri dönüşünü, hiçbir şey olmamış gibi dönüp bana sarılışını hayal ederdim ağır çekimde. Elini yanağıma koyup gözlerime bakarkenki o sıcacık sevgi akışına teslim olur; sanki seni içimde saklayabilirmişim gibi yumardım gözlerimi. Zamanı dondururdum öylece. Sen bilmezdin ama ben saatler boyu öylece beklerdim. Hayallerim oynardı göz perdelerimde. Kadraj koptuğu yerde ufak bir ara verir yeni senaryolarda yer açardım sana. Oynayacak o kadar çok rolün vardı ki kendini kaybetmiş senaryolarımda… Arada hoşuma gidenleri hemen başa sarar birkaç kez daha izlerdim seni; sana biraz daha doymak için…
Öylesine çok sinmişti ki kokun üzerime, öylesine çok karışmıştı ki nefesin nefesime, öylesine işlemiştin ki iliklerime; seni soluyordum artık senden habersiz; varlığının tüm emarelerini alıp götüren o ayrılık rüzgarlarına bile inat hemde… Biz şimdi hangi mevsimde kaldık sevgili? Giderken bedenimi delip geçen rüzgarın hangi iklimin eseri? Söylesen yitip giden anılarımı bana geri verebilir mi?
Çocukken korkup da uyuyamadığım o karanlık gecelere bile gün ışığı olurdun sen. Gözlerimi aralasam yine ışığınla kör olur yanımdaymışsın gibi hissederdim belki de bu yüzden. Garipti, günüme de geceme de istemsiz bir ışıktı varlığın; şimdilerdeyse ay gibi; sönük hayallerime ışık getiriyordun yalnızca gözlerim kapalıyken; kendimi bir zamanlar korktuğum o karanlıklara teslim etmişken görebiliyordum artık seni…
Gitmesen olmaz mıydı sevgili? Yokluğun her saniye bir kat daha kavururken bedenimi , sıcacık senli anılarla örtüyorum üşüyen benliğimi…
Gitmesen; yarım bıraktığın bu bedeni tamamlanmak için seni solumama gerek kalır mıydı sanki…