”Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.”
Tiyatro, Yunanca theatron yani “görme yeri” sözcüğünden gelmektedir. Günümüzdeki anlamıyla tiyatronun tarihi, bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır. İlk tiyatro şenliği Atina’da, ilk tiyatro binaları da M.Ö. 4. yüzyılda yapılmıştır.
Zengin bir tiyatro geleneğine sahip olmamıza rağmen yazılı tiyatro metinlerinin bulunmaması sebebiyle tiyatro tarihimizin tarihsel derinliğini yeterince tespit etmek mümkün olmamıştır. Ancak, çeşitli Çin kaynaklarında Türklerde tiyatronun varlığına dair bazı bilgiler mevcuttur. Keza, çok eski bir uygulama olan Şamanlık geleneğinin tiyatro ile ilgisi de kurulabilmektedir. Avrupai tiyatro ile tanıştığımız 19. yüzyıla kadar son derece işlevsel biçimde varlığını sürdüren geleneksel Türk tiyatrosu, köy seyirlik oyunları, gölge oyunu, meddah, orta oyunu ve daha yakın zamanlarda teşekkül etmiş olan tuluat tiyatrosu şubelerine ayrılır. Keza, pantomim tarzı sözsüz oyunların varlığı da bilinmektedir.
Avrupai tiyatroya geçtikten sonra da geleneksel tiyatromuz yaşamaya devam etmiştir. Bugün halen az da olsa karşılaşılan köy seyirlik oyunları, eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu’ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Köy seyirlik oyunlarının yanında, yine şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür. Araplardan aldığımız meddah ile kukla, karagöz ve ortaoyunu da halen yaşamaktadır. Geleneksel Türk tiyatrosuna genel özellikleri açısından bakıldığında yazılı bir metne değil usta-çırak ilişkisine dayalı ve doğaçlamaya elverişli olması, belirli bir tiyatro binası ve sahne ihtiyacı duymaması, dekor ve kostümünün son derece basit oluşu, oyuncuların genelde profesyonel olmaması gibi hususlar sayılabilir. Bu oyunların istisnasız ortak özelliği ise, mizahi ve göstermeci oluşlarıdır. Ayrıca, şarkı, dans, söz oyunları ve karikatürize etme geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir.
Meddahlık Türklerde Orta Asya’dan bu yana var olan hikâye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834’te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yenidünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir.
Avrupai tiyatro ile tanışmamız genel Batılılaşma serüvenimizin bir parçasıdır. Dönemin ünlü şahsiyeti Namık Kemal tiyatronun önemini, “Dünyanın güzelliklerini, çirkinliklerini, doğrularını gözler önüne seren tiyatrodur. Tiyatro cihanın aynıdır. İnsanı doya doya güldürür.” Sözleriyle anlatır. O geleneksel tiyatromuzun aksine modern tiyatroyu gerçek hayatın aynadaki aksi olarak görmüş; eğlencelerin en faydalısı olarak tanımlamıştır.
Yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişi olan Avrupai tiyatromuz günümüzde olması gereken düzeyde bulunmamaktadır. Devlet ve özel tiyatroların sayısının sınırlı olması, tiyatro kültürünün gelişmesinin önündeki en önemli engel olarak görülmektedir. Halkın çok sınırlı bir kesimi tiyatro seyredebilme imkânına sahiptir. Ömrünce hiçbir profesyonel oyun seyretmemiş milyonlarca insanın varlığından söz etmek yanlış olmayacaktır. Tiyatronun son derece külfetli ve emek isteyen bir sanat oluşu devlet desteğini zaruri kılmaktadır. Eğer bu yapılırsa binlerce yıllık bir tiyatro geleneği olan halkın tiyatroyu sevmemesine imkân yoktur.
Bu sezon Devlet Tiyatrolarında sahnelenen oyunlar hakkında bazı bilgileri paylaşmak istiyoruz. Bu oyunlardan Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Tiyatro sahnesinde, William Shakespeare’in Venedik Taciri oynanmaktadır. Yönetmenliğini Erhan Gökgücü’nün yaptığı oyunda, Tolga Tecer, Erdinç Doğan, Demet Bölükbaşı, Dilek Bozkurt gibi oyuncular rol almıştır. Yazılışının üzerinden dört yüz yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen Shakespeare’in eserlerinin halen sahnelenmesi ve seyircinin ilgisini çekmesi dikkate şayandır.
Ankara Devlet Tiyatrosu Akün sahnesinde sergilen bir başka oyun da Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nın tiyatroya uyarlanmış halidir. Nihat Asyalı tarafından düzenlenen oyunun yönetmeni ünlü oyuncu Rüştü Asyalı, müziklerin yapımcısı ise Cem İdiz’dir.
Akün ve Dilek Sabancı sahnelerinde sergilenen Ferenc Molnar’ın Pal Sokağı Çocukları da sezonun önemli oyunlarından biridir. Pal Sokağı Çocukları adlı ünlü çocuk romanından uyarlanmış oyunun yönetmenliğini Ebru Kara üstlenmiştir. Oyuncu kadrosunda İpek Atagün Gezener, İrfan Kılınç, Caner Kadir Gezener, Halil Akarsu, Şekip Taşpınar gibi isimler yer almaktadır. Olay Nemeçek’in bilyelerini Paster Kardeşler’in el koydum yapmasıyla başlar. Sonra kırmızı gömleklilerin Pal Sokağı çocuklarının bayrağını çalmasıyla alevlenir ve çatışmaya dönüşür. Nemeçek ve birkaç arkadaşı kırmızı gömleklilerin sığınağına gider, oradan bayraklarını alırlar. Sonra Nemeçek hastalanır ve bu arada Gereb kırmızı gömleklilere katılır. Nemeçek hasta haliyle yine kırmızı gömleklilerin sığınağına gider ve orda yakalanır. Gereb’i suçüstü yapmaktan beter eder bu arada da sığınağa girdiği için kırmızı gömlekliler onu suda iyice ıslatırlar. Sonra savaş gününden önce son bir hazırlık yaparlar ve savaş günü geldiğinde Nemeçek’siz savaşı kazanırlar. Gereb hepsinden özür dileyip Pal Sokağı Çocukları’na tekrar katılır. Ertesi gün Nemeçek’i ziyaret ederler ve ölüm döşeğinde olduğunu öğrenirler ve onlar gittikten sonrada Nemeçek ölür. Sonraki gün Boka arsayı gezdiğinde oraya binanın yapılacağını öğrenir ve arkadaşlarına söyler. Derste herkes aynı şeyi düşünüyor, kimi zaman keder kimi zaman mutluluk veren yaşam neydi?
Ankara Devlet Tiyatrosu’nda iki sahnede (Akün ve Cüneyt Gökçer Sahneleri) birden gösterilen Suat Derviş’in ünlü oyunu Fosforlu Cevriye de sezonun önemli eserlerindendir. Yönetmenliğini ünlü oyuncu Gülriz Sururi’nin yaptığı bu müzikal yıllardır kapalı gişe oynamaya devam etmektedir. Üç saate yakın bir zaman içinde sahnelenen oyun 2 perdeden oluşuyor. Olaylar, Barba’nın meyhanesi, eski kantocu, yeni randevucu bilge Sümbül Dudu’nun odası ve kaçak bir mahkûmun odası olmak üzere üç ayrı mekânda cereyan eder. Bunların dışında mahkeme, karakol, hapishane, sokak, rıhtım gibi mekânlar da gösterilir.
Eser konusunu, küçük yaşta kimsesiz kalan, yaşamını sürdürmek için vücudunu erkeklere pazarlamak zorunda kalan Fosforlu Cevriye’nin hikâyesinden alır. Cevriye ile bir gün tesadüfen karşısına çıkan ve ona diğer erkeklerden farklı davranan; el sürmeyen, ‘’siz’’ diye hitap eden bir erkekle aralarında temiz bir aşk başlar. Bu bağlamda, sevgiye susamış bir kadının hayatı merkeze alınarak aslında namus kavramının karmaşıklığı anlatılır.
Devlet Tiyatrolarının bu sezonuna bütün halinde baktığımızda değişik illerde şu oyunların sahnelendiğini görüyoruz:
Ankara’da, dünyaca ünlü oyunlardan Edmond Rostand’ın Cyrano De Bergerac’ı, Orhan Asena’nın yine ünlü eseri Hürrem Sultan’ı, Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri, Semih Sergen’in Bir Hilal Uğruna’sı; İstanbul sahnelerinde Mario Foretti’nin Kurban, Nazım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü; İzmir’de Fyodor Dostoyevskıy’nin Budala’sı, Haldun Taner’in Huzur Çıkmazı, Milos Karasek’in Peron’u; Bursa’da Yılmaz Karakoyunlu’nun Kuzguncuklu Fazilet’i, Hidayet Sayın’ın Altın Kafeste Yangın’ı; Diyarbakır’da Sadık Şendil’in Kanlı Nigar’ı; Antalya’da Hüseyin Erdoğan’ın Yol Ter Gül’ü, Aziz Nesin’in Toros Canavarı; Erzurum’da William Shakespeare’in Onikinci Gece’si, Ayla Kutlu’nun Mekruh Kadınlar Mezarlığı; Konya’da Wılly Russell’in Shirley Valentine’si; Sivas’ta Hristo Boyçev’in Yeraltılı’sı, Musahipzade Celal’in İstanbul Efendisi, Burçhan Göze’nin Sahte Gerçekler’i; Gaziantep’te Georges Feydeau’nun Bit Yeniği, Carole Greep’in Biz Size Hayranız’ı, Nazlı Nihan Şenol’un Dönülmez Akşamın Ufkundayız’ı; Malatya’da Güngör Dilmen’in Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını, Burçak Çöllü’nün Ay Ecesi; Zonguldak’ta Alfonso Paso’nun Kırkından Sonra’sı, Kenan Işık’ın Aşk Hastası; Denizli’de Irwin Shaw’ın Ölüleri Gömün’ü, Mario Fratti’nin Kurban’ı; Ordu’da ise Stephen King’in Dolores Claiborne’si, William Shakespeare’in Othello’su, Yves Jamiaque’nin Ben Ödüyorum’u sahnelerde yerini almıştır.
Yaşam gerçeklerinin ‘oyun’ adı altında sergilendiği için, hayatın aynadaki aksi olduğu için, eğitici bir özelliğe sahip olduğu için bu zor ve emek isteyen sanat türünü sevmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Şeyda Gül
seydagul@lisan-iask.com
Mayıs 2013