Neyin lisan-ı bu lûgatıma sığdıramadığım AŞK?
Ele avuca gelmez haşere bir çocuk muydu büyümenin eşiğinde?
Ya da omzunda varlığını hissettiğin bir el miydi, kimi zaman seni destekleyen?
Derin düşüncelerin sarmalındaki çıkmaza sürülen arayışlar mıydı?
İçselini anlamlandırma çabası mıydı yoksa midende uçuşan kelebeklerle o tatlı rekabetin mi?
Bilmem garip değil mi aşkı anlatmak birine? zaten tarifi yapılamayan bir kelime; üç harf kadar kısayken neden herkes farklı anlamlar yüklerdi ona? Tatlı bir meşgale, daimi bir mutluluk arayışıydı belki de aşk çoğumuz için, farklı kelimelerle anlatsak da yorumu aynı kapıya çıkan…
Kadın ve adam bir sosyal arkadaşlık sitesinde tanışmışlardı. Uzunca bir zaman boyunca da konuşmaya devam ettiler. Konuştukları ilk günden bu yana da geceleri uyku tutmuyor, artık her gece bilgisayar başında birbirlerinin yolunu gözlüyorlardı. Bir ara kendi iç sesiyle vicdan muhasebesine girişti kadın; “Bana bak kadın sen zaten evlisin, ne olacak yani bu adamla bir yere mi varacak sanıyorsun, ya kocan öğrenirse olacakları bir düşün?” Oysa iyimser yanı hala umut vaat ediyordu bu durumda bile “Peki ama; ya seni bu durumda kabul ederse bir gün? Hem sen artık kendini onun bir parçası gibi; ona bu kadar yakın hissederken nasıl olmaz diyebilirsin? Ruh eşini buldun artık sende mutlu olmalısın bu seninde hakkın ve her şey düzelecek biliyorum” diyordu. Evli olduğu gerçeğini bir süre kendine saklayacaktı, bundan dolayıdır ki adamla görüşmek için tek bir adım atmamıştı…
Geceleri evde yalnızdı. Kocası çoğu gece eve gelmiyordu. Tabiri caizse bitip tükenmeyen gece mesaileri derken evin yolunu unutmuş, adeta iki yabancıya dönüşmüşlerdi. Aynı ortamda bulunmaya bile tahammülleri yoktu artık. Metrekareler arasında köşe kapmaca oynuyorlardı resmen. Tuttuğun köşe senindi sonrasında kimse yaklaşamazdı kıyılarına… Gün geçtikçe azalıyorlardı tanışıklıkları birbirlerini görmüyor görseler de görmezden geliyor, hiç yokmuşçasına yaşıyorlardı. Santimetrelik yakınlıklar arasına koca bir uçurum girmişti. “Artık gitmek istiyorum buralardan, kocam beni zaten anlamıyor, ben sevilmek istiyorum, değer görmek, mutlu olmak… Bunların hiçbirine sahip değilim. Kocam benim için hiçbir şey yapmadı!” diyerek kendini haklı çıkaracak nedenler sıralıyordu kadın vicdan azabının göğüs kafesiyle rehin aldığı kalbine yaptığı baskıyı azaltmak için. Saydıkça sayıyor, kendini ikna ettikçe daha da yüz buluyordu vicdanını yok saymaya…
Saat gelmişti; şimdi internetten ruh eşi olduğuna inandığı adamla görüşmeliydi. Yeni ipuçları elde edip onu biraz daha tanımalıydı, farklı özelliklerini keşfetmeliydi. Kalbi yeniden hızlanmaya başladı, ılık bir meltemle okşandı yüreği. Seviyordu o adamı buna emindi. Öl dese ölebilirdi o adam uğruna. Dile kolay altı aydır konuşuyorlardı. Ancak bu süre zarfında ne birbirlerinin resmini görmüşler ne de seslerini duymuşlardı. Kadın cesaret edemiyordu çünkü tanınmaktan korkuyordu. “Büyü bozulmasın” diyerek ikisi de kabul etmişti ne resim ne de ses olacaktı. Sadece yazışıp birbirlerini tanıyacaklar ve doğru anın geldiğine inandıklarında buluşacaklardı. Utangaç liseli aşıklar misali güzel sözler yazdılar kimi zaman birbirlerine; komik resimler, videolar yolladılar beraber gülmek için; sevdikleri şarkıları yolladılar anlatmak istediklerini, hissettiklerini üstü kapalı da olsa ifade etmek için. Kimsenin bilmediği, sormadığı, dinlemediği en gizli dertlerini yüreklerinin buruk köşesinden kurtarıp anlatmayı seçtiler. Dert ortağı, can yoldaşı oldular. Görünmeyen bağlar vasıtasıyla “Kocamdan daha çok güvenebilirim ona” dedi kadın. Hemen ardından kıyaslamaya geçti; “Beni dinliyor, bana güzel sözler söylüyor, ben üzgünken benimle üzülüp moralimi yerine getirmek için çabalıyor, düşüncelerini seviyorum, onunla konuşmayı da, çoğu konuda benden daha bilgili ama bildiklerini anlatmayı, paylaşmayı seviyor ve bunu yaparken asla üstünlük taslamıyor, çoğu konuda belli etmese de hassas ve duygusal, sahiplenici bende onun bu yönlerini keşfetmeye bayılıyorum… ” ve daha birçok şey. Peki ya kocası? Ona dair koca bir boşluk… Bu kadar mı uzaklaşmışlardı birbirlerinden? Bu denli mi unutmuştu onu? Zaman geçtikçe hiç görmediği bu adama sevgiden daha öte bir duyguyla bağlandığını anlamıştı. Bu AŞK’ tı. Evet evet kesinlikle emindi kocasına hiçbir zaman hissetmediğinin farkına vardığı tek duyguydu…
Günler ağaçtan dökülen yapraklar misali ilerledikçe aşık olduğu adamın yüzünü daha çok arzulamaya başladı. Bir yandan büyünün bozulmasından korkuyordu ya beklediği gibi biri çıkmazsa? Sonra kendinden emin bir şekilde endişesine net yanıt geldi “Ben onun yüreğini sevdim” Bilgisayar başında tüm vaktini harcıyordu.O ara ev işlerini de ihmal etmişti, kocasının ne zaman eve geldiğini bırak evde olup olmadığından bile haberi olmuyordu. O derece kaptırmıştı kendini ekrana, sevdiği adama dair ne varsa bilmek, özümsemek istiyordu. Bir süre sonra toparlandı. Daha çok bakmaya başladı kendine, Ruhunu okşayan tatlı iltifatlar aldıkça kadın olmanın haklı gururunu daha çok yaşıyordu. Saçlarını daha özenle tarıyor, giyimine daha dikkat ediyordu. Daha derli topluydu evi, son zamanlarda yaptığı yemekleri daha lezzetli buluyordu. Acaba anlıyor muydu kocası bu değişikliğin sebebini? Bu yüzden mi daha uzak duruyordu ondan? Yoksa o mu aldatıyordu da anlaşılmasın diye kendince kaçıyordu gözden uzağa? “Aman dedi ne hali varsa görsün benden uzak olsun da. Nasılsa 14 Şubat’ta gideceğim, sevgililer gününde sevdiğim adamla terk edeceğim bu hayatı şunun şurasında iki günüm kaldı.”
Takvimler 14 Şubatı gösteriyordu. Düşününce zaten evliydi fakat kocası için değil sevdiği adam içindi bu heyecan. Anlaşmışlardı sevgililer gününde. Birbirlerini nasıl görmek istiyorlarsa önce adreslerine hediye edecekleri kıyafetleri yollayacaklardı, daha sonra adam kadının hediyeyi gönderdiği adresten alacaktı, öyle anlaşmışlardı. Ve sonra da ufukta yeni bir hayat onları bekliyor olacaktı… Ondan aldığı adrese yolladığı takım elbise üzerine ne çok yakışacak, ne çok yakışıklı olacaktı kim bilir. Hayali bile kalp atışlarının tavan yapmasına sebep oluyordu. Kocasının görmemesi için adresini vermekten çekindi kadın bir arkadaşının adresini verdi. Valizini topladı çok bir şey almadı zaten eskiyi unutmak istiyordu, kocasına gidişini anlatan kısa da bir not bıraktı. Uzaklığın rüzgârları bu kadar yabancılaştırmışken uzun uzun açıklamaya varmadı eli. “Biz birbirimize ait değiliz bu yüzden gidiyorum. Hoşça kal…”diyordu notunda. Sonra da verdiği adresten alacaktı adam onu. İtiraf etmişti sonunda adama evli olduğunu. “Olsun kabulüm” diyordu adam da… İşte o an bir kez daha aşık oldu kadın. Tamam dedi bu adam benim gerçek aşkım, ruh ikizim. Daha önce hiçbir erkek bana onun gibi hissettirmedi. Kadın olduğumun farkına onunla vardım, onunla güldüm, onunla ağladım, varlığıyla mutlu oldum. Keşke dedi keşke daha önceden karşılaştırsaydı kader bizi. Verdiği adrese uça uça gitti ayakları adeta. Adam ona kırmızı bir elbise yollamıştı bir parfümle. Elbiseyi hemen giydi ve ayna karşısında seyre daldı kendini. Elbisenin boyu diz kapaklarının bir tık yukarısındaydı vücuduna tam oturmuştu. Yaka kısmı omuzlarını ve köprücük kemiklerini sergileyen düşük askı kollu bir elbiseydi. Asil duruyordu üzerinde ve tabi bir de parfüm meselesi vardı. Çiçek kokularını sevdiğini söylemişti başlarda konuşurken demek unutmamıştı. Bir de not vardı parfümün üzerinde; “Neyi sevdiğini ve sana neyin en çok yakışacağını ben biliyorum. Seni gördüğümde ve sesini duyduğumda mutluluktan kalbim durmaz umarım, zira her geçen gün bu kavuşmanın hayalini kuruyorum. Nice senli günlere…” Yazıyordu notunda. Nasıl bir mutluluktu bu, artık arafta kalmışlık hissini bir yana bırakıp kavuşmaya dair derin heyecanlar içindeydi. İnanamıyordu. Verdiği adreste hediyesi olan elbiseyi giymiş, parfümünden sürmüş, elinde notu bir yandan gülümsüyor bir yandan da titriyordu. Kapı çaldığı an irkildi olumlu olumsuz birçok düşünceyle boğuşurken yaklaştığı kapının merceğinden bile bakmaya cesaret edemedi. Biraz durdu zihnini toparladı, kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Şimdi kazanma vaktiydi. Kapıyı açtı, aşağıdan yukarı süzdü gözleri, düzgün ütüsüyle siyah takım ve gömleğine uyan deri ayakkabısı, elleri göğüs hizasında yüzünü örten bir gül buketiyle, etiyle, kanıyla, canıyla tam karşısındaydı işte. Çığlık atmak istedi bir an, fiili olarak bunu yapamasa da iç organları da zihni de yeterince karıştırıyordu ortalığı… Gül buketi yavaş yavaş inip ellerine teslim olurken göz göze geldiler. Utanma hissi bürüdü, vücudunu saran sıcak meltemler alev olup yaktı tüm benliğini. Ve garip bir duyguya daha yer açıldı iliklerinde; yaşanmışlık hissi… Karşısındaki adam gerçekten çok yakışıklıydı hem de dudak uçuklatacak cinsten, takımıyla da duruşuyla da harikaydı…
Adamın iç sesi dile geldi; Aman Allah’ım dedi bütün geceler konuştuğum, dertleştiğim, can yoldaşı olduğum kadın ne kadar da güzel. Hele ki yolladığım elbise saçının rengiyle bütünleşip gözlerinin güzelliğini bu kadar öne çıkarmışken daha önce fark etmemiş olmam… Nasıl bu kadar geç farkına vardım?
Artık ortada tek bir ses vardı, ikisinin de hesaba katmadığı tek gerçeği yaşıyorlardı. Kadın kocasını, kocası da karısını aldattığını düşünürken kader oyununu oynamış karşılarına “Tek aşkım” dediği adamı/kadını yine kendisi olarak çıkarmıştı. Sarıldılar ama kızamadılar birbirlerine. Bu hakkı görmediler kendilerinde “Beni benimle aldattın ” mı diyeceklerdi? Birbirlerini şimdi tanıyor, seviyorlardı, derslerini almışlardı ve bundan sonra birbirlerine verebilecekleri en büyük hediye sadakatleri olacaktı her sevgililer gününde…
Kübranur Özata kubranurozata@lisan-iask.com Mart 2013