Aşk bir duygu mudur? Yoksa bir ihtiyaç mı? Yoksa aklımızda kıvranıp duran bir düşünce mi? Ya da kalbimizde müebbet hapis yemiş bir mahkûm mu? İnsanoğlu doğuşundan bu yana birçok şeyi ya tozlu raflar ardında bırakmış, ya da daha iyisini geliştirmiş. Bakıyorum yaşlanmış tarihe ne aşkın ötesi var, nede unutulduğu bir zaman. Sahi nedir aşk? .Aşkı sadece iki insan mı yaşar? Ya da eğer aşk bir duygu ise o duygunun sahibi iki insan mıdır? Aşk bir düşünce ise o düşünce sadece bir insana mı mahkûm olur. Yoksa aşk sonsuzluk mudur?
Bu sefer rastgele bir sayfa açmayacağım aşk romanından. İstediğim sayfayı arayıp bulup sizlere okuyacağım…
Karahanlı ailenin bir çocuğuydu Piri. Bir haber çağırdı onu İstanbul’a. Ailesiyle beraber padişahın istediği ile uzun bir süre İstanbul’da yaşadılar. İstanbul’da ilk görüşte aşık olmuştu, uğruna kitaplar, dizeler döktüğü sevgilisine. Birde hayranı vardı amcası Kemal Reis. Amcasını çok seviyordu ve hep onun yanında durur, onunla vakit geçirirdi. Bir şey vardı onu amcasına bağlayan. Deniz…
Çok uzaktı sevgilisine Piri, bir o kadar da yakındı. İçinde gün geçtikçe artan bir özlem… Kalbinde sonu olmayan bir istek… Ve artık zamanın geldiğini söyleyen bir ses…
Heyecanlıydı Piri. Kalp atışları bir aşk türküsü tutturmuştu. Yakın olanın, uzağındaydı aklı. Bilinenin bilinmeyenindeydi. Görünenin görünmeyenindeydi. Hadi gidiyoruz sesi ile içindeki heyecan dolup taştı göklere. Ayakları titriyordu, yürümekte zorlanıyordu. Ayakları ile değil, kalbi ile yürüyordu. Biraz uzaklaştılar, biraz daha, biraz daha, Geride bıraktıkları her zamanda biraz daha ağırlaştı gözleri. Piri uzaklaştı kalabalıktan ve en sonunda yalnız kalmayı başarmıştı. İşte karşısındaydı büyük aşkı. Açtı kollarını sımsıkı sardı. Derin derin nefeslerle, her zerresine kadar o oldu. Uzun uzun yaşlı gözlerle baktı. İçinde ‘’Ben onsuz yaşayamam’’ fısıltıları dolaşırken o mutluluğun verdiği sarhoşlukla;
Ey deniz!
Nasıl yaşarım senden uzak
Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgârı
Dalgaların gözümde tütüyor
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneş
Güneş değil
Bir gün şelaleler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan ormandan akarak
Gözlerinle buluşabilecek miyim?
Ey deniz!
Söyle
Bir gün doya doya sana bakabilecek miyim?
Aşk bu kez denizde çıktı karşımıza. Piri öylesine bağlanmıştı ki aşığına. Onun hiç göremediği yanlarını arama görevini vermişti hayatına.
Kalbin cahilse eğer aşkı anlayamazsın. Sevgi sende karşılıklıdır, severse dünyalar kadar seversin. Sevmezse zaten hiç sevmemişsindir. Ayrılık sana ölümdür, özlemek ise zulüm. Sabrın ne demek olduğunu bilmezsin. Sevgiliyi bekleme senin için zaman kaybıdır. Onsuz geçen günlerini acı ile ifade edersin. Kalbin cahilse aşkı anlayamazsın. Anlamadığın aşkı, anlatamazsın. Ve yaşayamazsın. Kalbinin öğrendiği kadar aşkı anlarsın ve öğrendiği kadar anlatırsın. Ve bildiğin kadar yaşarsın.
İşte çağımızın büyük sorunu; Cahil kalpler. Aşkın zerresinden haberi olmayıp, aşkı yaşadığını iddia eden kalpler. Sonsuzluğa uzanan aşkı, bir bedende zindan eden kalpler.
Piri kavuştuğu sevgilisinden uzunca bir süre ayrılmadı. Bazen Fransa kıyılarındaydılar. Bazen Sardunya. Bu aşkta kendini öyle kaybediyordu ki gözlerini açtığında Sardunya yerine Sicilya kıyılarında buluyordu. Korsikayada uğramayı ihmal etmediler. Doymuyordu Piri sevgilisine. Yeni yönlerini keşfettikçe daha da bağlanıyordu. Her yerini tanımak, her zerresini yaşamak istiyordu. An geldi çok sevdiği amcası vefat etmişti. Amcasının ölümü sarstı Piri’yi. Apar topar, acele bir vedayla ayrıldı büyük aşkından. Gelibolu’ya yerleşti. Bir süre burada kaldı. Aklı sevgilisinde.
Ayaklar insanı uzaklaştırabilir mi? Sadece giderek uzaklaşabilir misiniz? Görünüşte uzak olsa da tam içindeydi aşkın Piri. Uzaklaşmamış, daha da yakınlaşmıştı. Gece gündüz çalıştı birbirinden güzel hediyeler hazırladı. Bu hediyeler dünyada bir ilkti. Bu hediyeler aşkıyla sınırlı kalmadı, tüm dünyayı kendine hayran bıraktı. O hediyelere bakan aşkın sonsuzluğunu görüyordu. Aşkın dünyayı küçük bir kâğıda sığdıran gücünü fark ediyordu. Aşkın eğitilmiş bir kalpte neler yapabileceğini görüyordu. Koskoca dünyanın aşk karşısında ne kadar küçük kaldığını görüyordu
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’a aşık oldu. Geçilmez denen surları geçti. Gemileri karadan yürüttü. Çağ açıp çağ kapattı. Mimar Sinan güneş ve ayı aşkıyla bütünleştirdi. Yavuz Sultan Selim geçilmez denen çölleri geçti. Piri ilk dünya haritasını çizdi. Ferhat dağları deldi. Mecnun çölleri aştı. Şimdi mi? Ne oldu sana aşk? Aşk sen bu hallere düşecek miydin? Nerdesin gücün, kuvvetin kalmamış. Nerede sınır tanımayan hislerin. Yok, yok sorun sende değil, sorun sende olmaz. Senin gücün tarihte birçok kez ispatlandı. Sorun sende olamaz
Sorun bizden başkasında değil. Aşkın hep haram tarafını yaşıyoruz. Ya da yaşadığımız her ne ise ona aşk adını veriyoruz. Bu kadar günah işleyen kalplerde aşkın sonsuz gücü bulunur mu?
Aşk denen mucize bir bedene sıkışır mı? Sıkıştırmayı başardık maalesef. Onu kirli bedenlerde boğduk. Şimdi yakınıp duruyoruz. Fatih’i, Piri’yi, Yavuz’u, Mevlana’yı… Mezarından çıkarmaya çalışıyoruz. Yol yanlış, yöntem yanlış. Fatih’e, Piri’ye, Yavuz’a, Mevlana’ya giden yol aşktan geçer. Biz aşkı bedenden dışarıya çıkarmaya çalışalım. Eğer bunu başarırsak imrenerek baktığımız hadiselerden birini belki bizde yaşayacağız. Anlata anlata bitiremediğimiz büyük hadiselerin başlangıcında hep aşk var. Aşık olmuş bir kalp var.
Konu sapmadı aslında. Hep Piri’den bahsettik. Piri ismini kullanmadık o kadar. Aşk dedik, aşık dedik, aşkın gücü dedik, aşk bir bedene sığmamalı dedik. Piri aşıktı, Piri aşktı, Piri aşkın gücünü keşfetmişti. Piri eğitilmiş bir kalbin sahibiydi. Piri aşkın gücü sayesinde dünyayı ellerin altına aldı. Piri yere göğe sığmayan dünyayı kâğıtlara sığdırdı…
DENEMEDE GEÇEN ŞİİR YUSUF ÖMER ARICI TARAFINDAN YAZILMIŞTIR.