Anlaşılmamak, dışlanmak, ötekileştirilmek zaman zaman, farklı mekanlarda karşımıza çıkan, çıkması muhtemel, hayatın kaçılan diğer yüzüdür. İçin kapanık toplumlar, insanlar ortaya çıkmasının temel sebebi bu korku(olgu)dur.
Sürekli fikir teatisinde bulunduğunuz, sürekli istişareler yaptığınız, fırsat buldukça bir araya geldiğiniz kişi veya kişilerden günün birinde “sizinkiler” tabirini duymanız sürpriz olmayabilir. Neden sürpriz değildir? Çünkü beyin modelleme yoluyla çalışır. Fiziki bir kavramda yapılan somutlamalar, soyut kavramlar içinde ortaya çıkar. Daha önce hiç görmediğiniz bir cisim size tanıtılırken örneklemden yararlanılır. Mesela kutu gibi, yeşilimsi gibi özelliklerini tarif eden tanımlamalar, benzetmeler yapılır. Tabiki bu betimlemelerden sizde nasibinizi alırsınız. Ancak büyük bir farklılık vardır. Cisimler, nesneler hakkında yapılan tanımlamalar kadar zengin değildir size bakış. Bir konudaki fikriniz, bir ideolojiyle bir siyasi hareketle örtüşüyorsa siz artık “O”cu olmuşsunuzdur. Bundan sonra size her yuvarlak cisim dairedir denilmiştir. Küre ya da silindir olamazsınız. Yaftalanmışsınızdır. İnsanlar daha önce beyinlerinde oluşturduğu modellerden birine oturtmuştur sizi. Ne de olsa “ÖYLE” düşünüyorsunuzdur. O modelden farklı düşünemezsiniz ve olamazsınız. Artık ya sağcısınızdır ya da solcu. Ya ahlaksızsınızdır ya da saf salak. Ya dindarsınızdır ya da ateist. Kendi fikrini üstün görüp sizin fikrinizi biçare düşünen, söylediklerinizi anlattıklarınızı sizi anlamak üzere dinlemeyip sizi kalıba dökmek isteyen bakış açısıyla sınıflar kutuplamalar artar da gider.
İnsanoğlu var olduğu günden bu yana sürekli fiziki ve fikri ayrılıklarından kaynaklanan farklılıklarından dolayı birbirine zulmetmiştir. Her ne kadar bazı istisnai dönemler yaşansa da ayrımların neden olduğu kaotik düzen hep süregelmiştir. Bireyler ya da toplumlar kendilerinde doğuştan mevcut olan biyolojik donanımlarını ya da benimsedikleri ideolojik görüşlerini, kendilerinden farklı olduklarını düşündükleri insanlara karşı üstün kılma çabası içine girmişlerdir. Bu üstün kılma çabası beraberinde zorbalığı getirmiştir. Hatta bu zorbalık daha da ileri gitmiş ve kan akmıştır. Geçmişe dönüp baktığımız zaman Nazilerin Yahudilere yaptıkları katliamlar, Amerika’da Kızılderililere yapılan zulüm ve akabinde yakın zamanda siyahi insanlara karşı işlenen insanlık suçları gibi birçok sindirme ve yok etme girişimleri hafızalarımızda geniş yer tutmaktadır. Kalıba dökülmüş ve ölüme gitmişlerdir. İçine konuldukları kategori ölmelerini gerektirmiştir.
Teknolojik gelişmelerle birlikte bu ve benzeri yok etme girişimleri örtülü bir hal almıştır. Kişilerden çok kültürlere yönelmiştir. Kültürlerin gerek görsel araç gereçlerle gerekse yazılı materyallerle yok edilmesi daha çok ön plana çıkmıştır. Globalleşen dünya ile birlikte mesafeler kısalmış, iletişim inanılmaz boyutlarda artmıştır. Bu durum toplumların kendilerini egemen kılmak için geliştirdikleri fiziksel yıkıma dayalı stratejilerini uygulamalarını kolaylaştırmıştır. Ayrıca onlara televizyon, internet vs. gibi araçlar vasıtası ile toplulukları etkisi altına almak gibi etkili bir yöntem kazandırmıştır. İşe fiziki yıkımla başlayan insanoğlu nihai sonuca ulaşmak arzusu ile çabalarını hızlandırmış ve kültürleri yozlaştırma silahını da kuşanıp kendisini acı, kan ve göz yaşından ibaret bir cenderenin içine atmıştır. Maalesef ki bireyler de yığınların canice tınılarına kulak vermişler onlara çanak tutmuşlardır. Sınıflandırma çıkarlarla birlikte daha da derinleşmiştir.
Bireylerle başlayan sınıflandırma makro planda kültürlere kadar uzanmıştır. Adeta bir kelebek etkisine dönüşmüştür. Bireysel olarak farkında olarak yada olmayarak yaptığımız sınıflandırma soykırımlara, kültür emperyalizmine kadar uzanmıştır. Aslında ne de masumdu küçük bir “O” kelimesi hele “-cı,-ci”lerle ne de güzel bir uyum yakalamıştı.(!) Ama “suç bizde değil” değil mi? Hep bizi ötekileştiren başkalarında. Hep onlar başlatıyor. Biz zemzemde 7 defa yıkanıp gelmişiz.(!) Bu mesele iğne çuvaldız olayını geçeli çok oldu lakin…