aaaaa

Bayram Neşesi

‘’Bayram deyince aklıma manevi ve (cep harçlığı alıyorsak) maddi olarak zenginlik yaşadığımız, küskünlükleri unuttuğumuz, Ramazan’sa şeker komasına girip, Kurban’sa mide fesadı geçirdiğimiz, resmi kurum ve kuruluşların da tatile girdiği, neşeli ve manen sıcak günler geliyor’’ diye yazmışım lise defterime (Yıl 2007). Dil ve Anlatım Dersi hocamızın verdiği bir ödev gereği sınıfta bir grup eski bayramları, diğer grup ise günümüz bayramlarını anlatan yazılar hazırlamıştı. Her iki gruptan da seçilen kişiler tahtada yazılarını okuduğunda gördük ki bayram aynı kültürün insanı olan, aynı ilçede hatta aynı mahallede oturanlar arasında bile farklı yaşanabiliyormuş. Amaç eski ve yeni bayramların kıyaslanmasıydı, bu nedenle biz sadece zamana bağlı değişimler bekliyorduk, gruplar arası farklı şeylerden bahsedilmesine hazırlıklıydık ama aynı gruptakilerin birbirinden ve hatta bayramdan bağımsız yazılarını görünce epey şaşırdık. Bayram çok güzel filmler yayına konduğundan evde televizyona bağımlı geçirilebilecek bir süreç değildi mesela, öğleye kadar uyumak ya da tatile gitmek de yakışmazdı bayrama… Hocaların bayram tatili öncesinde verdiği ödevlere bile karşıydı kimimiz, çünkü dolu dolu geçen bir bayramda bunlara fırsat olmamalıydı. Benim o gün için hazırladığım yazıya bakıyorum da şimdi, aradan geçen yıllar bizim bayramlarımıza pek zarar verememiş çok şükür. Elimde o yazı varken, üzerinde değişiklik yapmamı gerektirecek pek bir şey olmamasına sevinerek, burada da paylaşmak istedim. Yazının tamamını değil de sadece bayramın gün gün anlatıldığı kısmı geçiriyorum buraya.

1.GÜN: Erkenden kalkılır, bayram için alınmış kıyafetler giyilir sonra erkekler bayram namazına gider. Cami çıkışında cemaatle bayramlaşırlar. Sonra eve gelip; ev ahalisiyle bayramlaşılır. Ardından kabir ziyaretleri yapılır. Daha sonra 1. Dereceden başlayarak ve çember gittikçe genişletilerek tüm akrabaların evine gidilir, şekerler yenilir, ev sahipleri bayram için ne tür bir işkenceyi münasip görmüşlerse o türde bir tatlı gelir ve “ Yemezsen küserim!” muhabbeti başlar… Elbette ki yemek istemezsiniz çünkü bayram boyunca girdiğiniz kaçıncı evdir bu ev ve buradan sonra gideceğiniz daha bir sürü eş dost evi vardır. Ama kıramayıp birkaç kaşık alırsınız. Sonra bu birkaç kaşıklar artar ve karın ağrısı baş gösterir. Artık ilk günü geride bırakmışsınızdır. Akşam ailenin tüm fertleri baba evinde toplanırlar ve bu kez de evdeki hanımların ne yemek hazırlayalım telaşı başlar. Ben bu konuda bizimkileri anlamakta güçlük çekiyorum! Zaten sabahtan beri yemişiz yiyeceğimiz kadar, daha ne olsun? Ama yok, olmaz! Ve bayram için stoklanmış dev bir tencere sarma ortaya çıkar! Saatlerce yenilen şıralı (şekerli demektir bu) şeylerden usanmış olan damaklar zoraki birer tadımlık alır,ardından çekilen karın ağrısı unutularak yemeğe girişilir. Tam da keyfine varacakken ilk ihtarlar gelir “Misafire kalmayacak!”. Çaresiz eller çekilir, ağır ağır sofradan kalkılır. Derken keyifleri yeniden yerine getirecek olan dev bir çaydanlık dolusu çay ortaya çıkar. Bizce en makbul bayram yiyeceği sarmaysa, içeceği de olsa olsa çaydır! Ve sohbetler başlar… Kurban Bayramı’ysa; Kurbanı nerede kestin, ne kadar eti çıktı, işiniz ne kadar sürede bitti? İş deyip de geçmemek gerek çünkü et eve gelir gelmez aile boyu kollar sıvanır, paylar ayırılır; kavurmalıklar doğranır ve haşlamalıklar da ayrıldıktan sonra bir tencere kavurma da misafire ikram etmek için pişirilir ve ev ziyaretlerine o zaman başlanır ki vakit henüz öğlen olmuştur. Yok, eğer Ramazan Bayramı’ysa hanımların tatlı muhabbeti başlar; Kaç tepsi yaptın, şırası nasıl oldu, ben sütlaç da yaptım, sarmam az oldu… sözleri sürerken biz torunlar da bir köşeye çekilir ve muhabbete başlarız. Gerçi bizimki her bayram aynıdır: Bayram harçlıklarının bereketinden söz açılır, bayram için yaptığımız çekilişin hediyeleri verilir, en ilginç ve fazla şekeri kimin topladığını tartışılır, büyükbabamların şeker zulası araştırılıp ele geçirince de yarıya yakını boşaltılır. Bayramlık modasından da söz açılır, örneğin son bayram evdeki her üç kişiden biri yeşilliydi bir sonraki bayrama hangi rengin hâkim olacağı tartışılır… Olur ya o sıralar misafir gelirse, ki mutlaka gelir, hemen buyur edilir, bayramlaşılır, şeker ikram edilir, ona da bir bardak çay verilir. (Misafir haliyle sevinir, tatlılardan o da bezmiştir çünkü) çaydan sonra gelen tatlıyı ise nazikçe geri çevirir ve muhabbete yeni bir pencere açarak o da katılmış olur. Bizim ortama girip de erken kalkan nadir görülür genelde misafirler koyu sohbetin etkisiyle bizimle kaynaşır…

2.GÜN: Komşu ziyaretleri başlar. Eve de bir nöbetçi bırakılır ki aile evde yokken gelenleri o ağırlasın, sonra evin şekerdenliği mahallenin afacanları tarafından defalarca boşaltılır. Eş dosttan bir sürü misafirimiz olur; ev bir dolar, bir boşalır. Akşam ise tüm aile bu kez bizim evimizde konuktur. Neşeli sohbetler burada da sürer…

3.GÜN: Köy ziyaretleri (varsa) yapılır, köyden gelenler ağırlanır evdeki yoğun misafirlerin ayağının kesilmesi ile herkesi tatlı bir yorgunluk sarar ve ortalık toparlanıp gelebilecek misafirlere tam teşekkül beklenir…

4.GÜN: Ramazan’sa zaten bayram bitmiştir. Kurban’sa yerine ulaştırılmayan pay olup olmadığı kontrol edilir. Çocukları acı bir keder kaplar. Yarın okul vardır çünkü ve bayram boyunca bir türlü başına oturamadıkları dersleri ile ilgilenirler. >>>

Yaşa bağlı olarak yaşanan birkaç küçük değişiklik dışında ana hatlarıyla böyledir bizim bayramlarımız. Herkes için aynı olmadığını yıllar geçtikçe ve farklı kültürlerden tanıştığım insanların sayısı arttıkça daha iyi anladım. Yine güzelliklerle doluydu bayramlar ama ben en iyi kendi yaşadıklarımı anlatabileceğimi düşünerek sadece ‘bizim yaşadığımız’ bayramlardan söz etmek niyetindeyim. ‘’Umarım sizin için de her bayram en az bahsettiğim kadar güzel ve özel geçiyordur’’ diyerek bayram anılarından bir derleme yapmaya çalıştım.

Yaşadığım son bayram benim açımdan gerçekten de müthişti, ailenin yıllardır Türkiye’de bayram yapamayan gurbetçileri, bayramın yaz tatillerine denk gelmesi sayesinde bayramı vatanlarında geçirebildiler. Yirmi yaşında olduğu halde öz vatanında ilk bayramını geçiren bir akrabam, bayramın ilk günü öğle üzeri olduğu halde dükkânların kapalı olmasına şaşırdığında durumun vahametini anladım. Onların ülkesinde bayram, ebeveynlerinin elini öpmeleriyle başlayıp uluslararası yapılan bir iki telefon görüşmesiyle son bulan ufacık bir seremoniydi sadece. Burada geçirdikleri bayramdan sonra artık bayramın gerçek halini anlamış, her şeyi büyük bir ilgi ve merakla takip edip bolca fotoğraf çekmiş bir halde bir daha asla yurt dışında bayram yaşamak istemediğini söylediğinde ikimiz de bunun çok zor olduğunu biliyorduk… Yine de hayırlısı olsun dedik ama benim bildiğim, onunsa henüz göremediği, işin en acı tarafı burada yokken yaşayacağı her bayramın eskilerinden çok daha zor geçeceğiydi. İlk kez bir bayramda anneanne ve dedesinin elini öpmüş, bayram harçlığı tavan yapmış, şeker toplayan bıcırlara şekerdenliği öylece uzatıp birden bire boşaltılması karşısında şok olmuş, bayram için gittiğimiz her yerde yapılmış her türlü ikramı (ilk kez bu tip sofralarla muhatap olmanın heyecanı ve tatlıların cazibesine kapılarak) afiyetle yemişti. Akabinde de midesinden rahatsızlanmıştı ama olsundu, bayramdı ve öz vatanındaydı. Hastalık bile burada güzeldi, biz de öyle düşündük ve ailenin tüm torunları küçüklüğümüzde birlikte geçiremediğimiz eski bayramların acısını bir iyi çıkardık. Bahsettiğim kişiden daha şanslı olan henüz beş yaşındaki bir başkası ise yine ülkesindeki ilk bayramında günün ilk saatleri olduğu halde ikram edilen şekerlerin bolluğu ve elini öptüğü hemen herkesin kendisine harçlık vermesinin mutluluğuyla oradan oraya koşup kırık bir Türkçeyle evdeki herkesin bayramını kutlayıp ellerini öpüyordu. Bayram namazından hemen sonra tüm aile büyükbabamlarda buluşmuş bayram kahvaltısı yaparken arkamdan minicik bir çift kol boynuma sarılıp, ince ve tiz sesiyle ‘Bayramın kutlu olsun!’ diyerek önce beni öpüp sonra da kolumu çekiştirdiğinde ( elimi de öpmek niyetindeymiş küçükhanım) ben afallayınca tüm aile nasıl da gülmüştü… Bizim cimcime zaten herkesle bayramlaşmıştı ama harçlık vermeyi unuttuğumuzu ya da sadece eli öpülenlerin harçlık verdiğini sanarak sofranın en genç köşesine(tüm torunların oturduğu tarafa) gelmiş bizimle tekrar bayramlaşacaktı. Ben ‘’Biz öğrenciyiz, daha para vermiyoruz sonraki bayramlara inşallah’’ deyince bir an duraksadı sonra da uzattığı elini çekerek geri dönüp kendi yerine oturdu. Söylediklerimi tam anladı mı bilmiyorum ama benim diğer tarafımda oturanlardan kimseyle ikinci bir bayramlaşma zahmetine girmemesi bizden para çıkmayacağını idrak ettiğini gösteriyordu ve sofradaki asıl kahkaha tufanı işte o zaman koptu! Başta kendisine gülünmesine ve bizden harçlık alamayışına biraz canı sıkılsa da günün geri kalanında yaptığımız bayram ziyaretlerinde yediği şekerler ve aldığı harçlıklar onu bayramın en mutlusu yapmaya yetmiştir sanırım.

Sadece kendi ailem için bile bayram yıldan yıla daha da güzelleşiyor, temelde yapılan şeyler hep aynı (Ramazan ayı için de söylediğim gibi) bazı şeyler değişiyor evet. Yaşa göre değil de öğrenciliğe göreverilen harçlık konusunda önümüzdeki bayramlarda öğrenciliğin bitmesi hasebiyle bir mağduriyet yaşamam söz konusu mesela, ama olsun. Nasip olur da mesleğimin icrasına başlarsam bayrak yarışı misali harçlık alandan harçlık verene dönüşüp bir nevi statü atlayacağımı düşünerek seviniyorum. Bir de şeker toplama bahsi var, mahallenin tüm çocukları birleşip ev ev gezerdik. Hem bayramlaşıp hem de şeker birikimi yapmış olurduk (toplanan şekerlere de dokunmaz, önce evdeki şeker zulasını eritirdik. O şekerleri bayramdan sonra yemesi daha tatlıydı çünkü). Şeker toplarken (Kast ettiğim zamanlar on iki-on üç yıl önceyi, belki de daha eskileri kapsıyor) kolonyalar hep başımın üzerine dökülürdü acayip sinirlenirdim, hele de gözüme kaçtığında! Ellerimi daha kolonya şişesi uzatılmadan alnımın üzerinde açardım ki başıma dökmesinler. Uzatılan şekerden de tüm ısrarlara rağmen sadece bir tane alırdım ki gün sonunda sayıp kaç eve gittiğimi bulabileyim. Bu günlerde her tarafta apartmanlar türedi, mahallelerde ev sayısı arttı ama buna rağmen ufaklıklar artık eskisi gibi şeker toplayamıyorlar. Apartmanların soğuk yüzü ve bayram günü bile kapalı tutulan kapılar onlara engel… Hasılatı az görünce hevesleri de kırılıyor haliyle, bize bile çok az çocuk geldi bu sene.( Oysa hiçbir zaman kolonyayı başlarına dökmemiştim ve şeker konusunda da hayli cömerttim. Şekerdenliğe avuçlarını daldırmalarına gerek kalmıyordu, zaten avuç dolusu şeker tarafımdan ceplerine dolduruluyordu. Güçlü bir empatiydi bizimkisi.) Büyüyünce bayramın sıla demek olduğunu da anladım. Kurban Bayramı için okuduğum şehirden memlekete dönerken, yolculuğun tüm sıkıntılarına rağmen neşe ve heyecandan içim içime sığmazdı. Sıkıntılar demişken; Aynı biletin üç kişiye birden satılıp da kurayla koltuk ve koridor arasında seçim yapıldığı, aralara tabure atıldığı, yolların acayip dolu olduğu saatler süren gerilimli gece yolculuklarını kastediyorum (En büyük korkum bu yolculuklarda bir kaza yaşamaktı ve tek duam bir kaza olacaksa bile bayrama giderken değil, bayram dönüşü olmasıydı. Eve sağ salim varayım da okula geri dönemesem de olurdu bana göre.) Ve bayramlarda toplanan kalabalık aile meclislerinde (servis için en çok yorulanlardan biri olduğum halde) gördüğüm cümbüşün tadını bana başka hiçbir şeyin verebileceğini sanmıyorum… Birlikte ve mutluysak, başka bir şeye gerek olmuyor çok şükür.

Geçtiğimiz ay Ramazan Bayramını yaşadık tüm coşkusuyla, önümüzdeki ay ise Allah nasip ederse Kurban Bayramını yaşayacağız. Bayramlar için bilindik birçok olay sayılabilirdi; küskünlerin barıştığı, ayrıların kavuştuğu, çarşı pazarın müşteriye doyduğu, çocukların şeker ve harçlık vesilesiyle bol bol el öptüğü bir zaman dilimi neticede söz konusu olan. Acı şeyler de var ne yazık ki… Memleketin trafikle imtihanı, yapılan tüm uyarılara rağmen yaşanan kazaların yaktığı yürekler. Bir de bayramda memleketine gitmek yerine soluğu tatil köyünde alan bir takım insanlar yüzünden evlat, torun hasretiyle yanan yürekler… Yurt dışında kalıp da bayramı değil ailesinin yanında memleketinde olarak, ülkesinde bile geçiremeyen onca insan varken bu tip olayları duyuyor olmak pek sevimli olmuyor tabi. Ama biz o gruptaki insanları (ailelerine sabır dileyerek) kendi bencillikleriyle baş başa bırakıp daha güzel şeyler hakkında konuşmayı tercih ettim ben.

Bayram için ne söylesek az ama bu kadarı da yeterli olmuştur sanırım güzellikleri paylaşmamıza… Ömrünüz boyunca bu tatlı telaş sizi hiç terk etmesin, en kötü günleriniz bayramlarınızla bir olsun. Yaratan her birimize ailemiz ve sevdiklerimizle birlikte geçirebileceğimiz nice bayramlar görmeyi nasip etsin…Ve Kurban Bayramınız da şimdiden mübarek olsun. 🙂

1 Yorum

  1. Ergün Gökmen

    Varoluşumuz gereği inandığımız dinimizin emrettiği oruç –ramazan ayı- ve heyecanla beklenen ödüllerinden biri olan ramazan bayramı ancak bu kadar güzel anlatılırdı. Muhtevası geniş olan bu kadar güzel yazılar okumak insanı çok mutlu ediyor. Okurken eğlendiren ( bayram günü cimcimenin para istemeye çalışması ), öğreten ( teravih namazının toplamda 33 rekat olması, mukabele, 32 senede bir aynı güne denk gelen ramazan başlangıcı ), düşündüren ( okurken iftarın neden sınıfta yapılması ), karşılaştıran ( olması gereken – bana göre de – eski ramazanlar ile yeni ramazanlar arasındaki uçurumlar, hasretlikler, özlemler ) biyografi tarzında özel bir deneme zinciri olmuş. Kaleminin mürekkebi tükenmemesi dileğiyle.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir