Kalbimi cami avlusuna bırakıp açtım! Cemaat henüz dağılıyordu, ayakkabılarını giyinirken fark etmeyip çiğnedi onu bir kısım insanlar. Acıdı çok ama bırakmıştım onu, gidiyordum; aldırmadım. Sonra aceleyle işine giden bir ağabey çarptı ona, sarsılarak bir iki adım attı. Dönüp arkasına bakmayı akıl etti ama insan selinden ürkmüş olacak, yoluna devam etti.Kalbimin kanı çekilmişti, zaten atmıyordu; her tarafı toz olmuştu, pis-rezil bir halde merdivenlerin kıyısına kadar sürüklenmiş öylece duruyordu. Sırf kalabalık olur bir gören, acıyan, sahip çıkan olur diye bırakmıştım onu oysa. Tam da Cuma vaktinde… Bırakmıştım avluya, kaçmıştım ama kalpsiz bir insana göre fazla merhametliydim hâlâ… Ki ayrılamıyordum oradan!
Günyüzü göstermemiştim hiç kalbime, ilgilenmemiştim onunla. İhtiyacım olan tek şey pompalanmasıydı kanımın, onu da hallettim minik pilli bir dinamo var şimdi göğsümde. Hem acıtmıyor hem de yormuyor. Kimsenin ardından bakakalmıyor, içimi burkmuyor; şükür rahatım artık. Eski pompamı (kalbimi) ne yapacağımı bulamadım bir süre; gömsem mi, atsam mı, satsam mı, yoksa yaksam mı? Aman dedim, bırakayım Allah’ından bulsun… ‘Allah’ dedim ya, cami geliverdi aklıma! Götürdüm,cami avlusunun köşesine bırakıp biraz uzaklaştım. Şimdi de seyrediyorum, mera ediyorum akıbetini ya; ayrılamadım buradan. Netice de yirmi yıllık hukukumuz vardı, emin ellerde olduğunu göreyim dedim. Bunu ona borçluydum. Ama yine örselenmişti ve zaten kimsenin umurunda bile değildi. Gitgide soğuyordu, büzülüyordu; rengi solmuştu, kalbim ölüyordu!… Kalbim ölüyordu ve ben seyrediyordum. Gidip sahip çıkmak aklımın ucundan bile geçmedi, inanın!
Derken babasının elini tutmuş bir çocuk belirdi kapıda. Babası eğildi, ayakkabılarını giydiriyordu oğluna. Dağılan cemaat bu küçük üyenin aralarındaki varlığından memnundu. Yanından geçerken başını okşuyordu kimi, kimi de sırtını sıvazlıyordu. Küçük, halinden memnun; çocuk olmanın aydınlığı sinmiş yüzünde nurlu bir gülümsemeyle gidenleri izliyordu. Öyle şirin, öyle masum ve öyle güzeldi ki bu küçük bey; ben bile kendimi unutup onu seyre daldım. Bu minicik beden şimdiden ne de güzel yoğruluyordu. Her şeye aşina, benimsemiş her şeyi… Geleceği parlak olacak, dedim kendi kendime. Güldüm halime, çekirdekten yetişiyordu ne de olsa. Pırıl pırıl bir genç olacaktı; doğru, dürüst, ahlâklı… İyi kalpli de olur bu kesin, diye düşünüyordum ki aklıma kalbim geldi! Ben farklı mıydım küçükken? Ben de en güzel şekilde terbiye edilmemiş miydim; iyiyi, doğruyu, değerleri, insan olmayı ta en baştan; küçücükken, öğretmemişler miydi bana da? Evet öğretmişlerdi, her şeyi yapmışlardı; güzel yetiştirilmiştim, insan olmanın hakkı verilerek büyütülmüştüm. Peki ne olmuştu da ben bu hale gelmiştim, kararmıştı kalbim ve ben geçmişime haksızlık edercesine ondan kurtulmak istemiştim? Tekrar kalbime baktım, büzüldüğü köşede son anlarını yaşıyordu. Kimsenin umurunda değildi, tamam. Yapacak bir şey yok, alır atıveririm çöpe diyordum ki bizim ufaklığın gözü ilişti kalbime. Babasının yanından ayrılıp koştu o köşeye. Cemaat seyrelmişti, kimse hâlâ hiçbir şeyin farkında değildi. Az sonra yirmi yıllık bir kalp hem de bir genç kız kalbi (Bunu deyince de nesi değişiyorsa, öyle de kalp böyle de! Ama huy işte filmlerden bulaşmış, illâ belirtilecek neymiş efendim; gençkızkalbi‘ ymiş. ‘Bu tiplerin tasarımı daha özgündür efenim, renkleri tozpembedir ve şekilleri gerçekten kalp gibidir. Anatomik olarak bildiğiniz tipsiz yapıyı bunlarda göremezsiniz.’ Nasıl bir algıdır bu! Kim girmiş bizim akıllarımıza böyle, ya sabır! Tamam dağılmayalım nerede kalmıştım; hem de bir genç kız kalbi…) bu dünyadan göçüp gidecekti. Hiçbir hevesi olmayan; yorgun, bezmiş ve sönmek üzere olan benim kalbimdi! Bence çok bile dayandı dedim, artık ne hali varsa görsün. Ama küçük öyle düşünmüyordu, bir arkadaşıyla lafa dalan babası fark etmeden aldı kalbi yerden. Önce ne olduğunu anlayamadı evirdi, çevirdi;sonra üzerindeki tozları silkti küçücük elleriyle. Ne olduğunu bilmediği bu soğuk, cıvık et parçasını (Kalp tamamen kastır, kolay kolay cıvımaz yani. Bir kalp bu haldeyse varın siz düşünün gerisini. Yine de iyi dayanmıştı bugüne değin. Kalbim iflas etmeden terk ediyordum ve ondan kurtulmayı akıl eden zekâmla gurur duyuyordum!). Kalbimi kulağına yaklaştırdı ve hayretle dinledi. Kalbimden hâlâ ufak tıkırtılar geliyordu anlaşılan. Sevindi bizim ufaklık. Kalbimi şöyle bir salladı elinde, sonra iki elinin arasında kaldırdı bir daha baktı. Bakarken de gözlerine bir yaklaştırdı, bir uzaklaştırdı. Avuçlarının arasında sıkıştırdı olmadı, avuçlarını gevşetti gene olmadı. Bir şeyler olsun diye bekliyordu, daha fazla ses çıksın istiyordu yeni oyuncağından. Bense şaşkın, onu izliyordum. Hiçbir şey hissetmem sanıyordum ama başım dönüyordu, içim allak bullak olmuştu! Minik pilli dinamom birden süratlendi oysa o hep aynı tempoda çalışırdı. Hayret ettim!(‘Ürünümüzün dakikadaki atım sayısı sabittir, değişmez. Ancak yaşınıza ve metabolizma hızınıza göre doğru atım sayısının hesaplanması ve içindeki aktif karta kaydedilmesi gerekir. Bu hizmet montaj esnasında tarafımızdan ücretsiz olarak yapılacaktır. Ürünümüz çarpıntı yapmaz, kalp krizine sebep olmaz; ani duygu değişimlerine dayanıklıdır. Bozulmaz, kırılmaz, su geçirmez. Ömür boyu garantilidir. Rutin bakımı her 5 yılda bir tarafımızdan yapılacaktır…’Bunlar benim laflarım değil, kutusunda yazanlar.)Gelgelelim küçük adam bu uğraştan sıkılmak üzereydi, ne olacağını kestiremiyor ama illaki bir şey olsun istiyordu. Birden tam da yaşından beklenen bir öfkeye kapıldı ve hınçla sıkıştırdı elindeki et parçasını. O an ölüyorum sandım! Sonra aniden tuhaf bir şey oldu; kalbim duyulur bir şekilde ‘Pıt!’ etti. Ufaklık heves etti ya; bir daha, bir daha derken elindeki et parçasının ritmik atışları başladı o sıkıştırdıkça. Şimdi minicik ellerinde benim kalbim atıyordu; yavaştı önce, sonra güçlendi. Gitgide rengi yerine geldi ama ufaklığa yetmiyordu bunlar. Daha başka bir şey olsun diye son kez ama çok büyük bir kuvvetle sıktı ellerini (Burada mini mini bir çocuğun kuvvetinden bahsediyorum, artık ne kadar etkili olduysa). İşte o zaman onlarca küçük delikten siyah damlalar fışkırdı! Havada süzüldüler ve yere düşer düşmez yok oldular. Kalbim canlandı, atışı hızlandı. Rengi parlaklaşıyor, buruşuklukları düzeliyor, o cıvık biçimi derli toplu bir hâl alıyordu. Açıkçası yeni sahibiyle bu kadar iyi anlaşacağını ummamıştım. Şimdi kendi işime bakabilirim, dedim. O aciz ve bana yük olmaktan başka bir işe yaramayan et parçasından kurtulmuş olmanın huzuruyla arkamı dönmüş, gidiyordum aklım sıra ama adım atamadım bir türlü. Bulunduğum yere çivilenip kalmış gibiydim! Pilli dinamometrem teklemeye başladı, oysa ömür boyu garantiliydi. Hatta ilk elli yıl boyunca rutin kontrollerde bile bakım gerektirmez demişlerdi. Her şeyin de defolusu mu bulur beni arkadaş; şimdi işin yoksa git garantisi-servisiyle uğraş dedim, bir bu eksikti! Ama ‘düşük pil uyarısı’ veriyordu dinamom, yani bozuk değildi, sadece pili bitmişti. Pisi pisine duruverecekti çünkü yedek pil bile yoktu yanımda (Teknolojiye de bu kadar güvenilmez ki, resmen bela aramışım ve buldum da). Tamamen hazırlıksızdım. Vadem bu kadarmış, dedim. Kalpsiz halimle yapmayı düşündüğüm onca harika şey varken (İzleyeceğim korku filmlerini bile seçmiştim! Yalan söylediğini bildiğim ama yine de yalvarışlarına dayanamadığım tüm dilencilerin önünden onları umursamadan geçip gidecektim! Haberleri belgesel izler gibi seyredecek; çimlere basanlara, yerlere çöp atanlara gülüp geçecek; büyüklerimden sevgi küçüklerimden saygı beklemeyecektim! Kalpsiz bir insan için hayat gerçekten de çok kolaydı); artık hiçbir şey beni etkilemez, içimi burkmaz, canımı yakmaz diye sevinirkenölüyordum.(Üstelik de kendimi ölüm için çok genç bulurdum hep.’Yirmi yaşında kalpten gitti’ mi diyeceklerdi şimdi benim için?)Kaderim böyleymiş dedim, yaslandığım ağaca daha da verdim ağırlığımı. Gözlerimi göğe diktim. Son nefesimi vereceğim yerin bu kadar güzel ve huzurlu oluşuna şükredip kelime-i şehadet getirdim. Pilli dinamom son kez tekledi ve yerinden çerpti, elimle yakalamak için hamle ettim ama tutamadım, düştü. Dinamomun düştüğü yerden kanlar sızıyordu. Gözlerim karardı, bu kadarmış dedim kendi kendime, buraya kadarmış… Gövdem ağaçtan kaydı, yarı uzanır bir haldeydim şimdi ve can vermeye hazırdım. Sonra fark etmeden ufak bir çığlık atmışım hastanede söylediler.’’ Çocuk!’’ diye bağırmışım. Ufaklık koşup gelmiş, beni göğsümdekikanlı boşlukla görünce elindeki kalbi gayri ihtiyari oraya tıkıştırıvermiş ve nasıl olduysa bünyem kalbimi kabullenmiş de tıbbî müdahaleye kadar hayatta kalabilmişim. Bakın şu işe! Bu minik kalp cerrahı olur belki de ileride… Böylece bilmeden hayatımı kurtarmış oldu. Bense dargın kalbimle barışmak zorunda kaldım, eskisi gibi üzme beni, dedim ona. Kararma yine, kirlenme; incinme… Hiçbir şey demedi kalbim, oysa küsebilirdi o da. Netice de terk etmiştim onu. Cami avlusuna bırakıp kaçmıştım. O da hak etmişti gerçi, fenaydı çok… Mutsuz, bencil, karamsardı çoğu zaman. Evvelinden kırıkları da vardı, yıpranmıştı…Başka başka şeylerle meşgul olası vardı, engel oldum. Biraz da ben sebep oldum ve kalbim karardı. Tüm bağlarımız koptu zamanla… Yerinden söktüm onu ve pilli dinamomla yaşayabilirim sandım. Olsaydı ne iyi olurdu ya, olamadı… O kadar da para saymıştım o dinamoya. Neyse, vardır bunda da bir hayır…
Kalbim epey iyi bugünlerde. Sanki tüm o badireleri biz değil de başkaları atlatmış. Ben gayet dinginim o ise hiç olmadığı kadar sağlıklı. Küçük adamın öfkesi iyi geldi belli ki. O günden beri ne zaman daralsam gidip bir minikle dalaşıyorum. Onların öfkeleri bile şifa imiş, işi çözdüm ben. Ve bir de yeni, sağlıklı ve hatta mutlu kalbimle gene aramız bozulacak diye çok korkuyordum ama öyle olmadı. Kalpsizken yapmayı planladığım işlere gelince, korku filmi izlemek haricindekiler canımı sıkmaya devam ediyor. Korku filmi izleyemesem de olur ama haberleri korkmadan-endişelenmeden izleyebilmenin yolunu acilen bulmam gerek. Kalbim gördüklerime dayanamıyor çoğu zaman. Sonra insanların merhametini sömüren dilencileri görmezden gelmek de iyi olurdu ama sabrediyoruz onlara da. Küçüklerden saygı, büyülerden sevgi bekliyorum evet ama şu anda sadece ben kendi üzerime düşeni yapabiliyorum gerisi için Allah kerim. Yeni onarmışım kalbimi; insan olacağız, dürüst olacağız, ahlaklı olacağız, tıpkı küçüklük hallerimiz gibi saf ve masum kalmak için elimizden geleni yapacağız… Çok iş var daha kendime dair; insanların çirkin davranışları kendilerine kalmış, bırakalım da kalpleri kararsın. Sonlarını kendi elleriyle hazırlasınlar. Biz kendi işimize bakacağız bir süre, akabinde becerebilirsek o kısımlara da el atarız. Ve geldik çimleri ezip yerlere çöp atan gereksiz kimselere, kalpsiz bir insan olarak yaşamımı sürdürüyor olsaydım umurumda olmazdı bunlar. Ama bu kadar da pis ve saygısız olunmaz ki! Her yer ( başta okul bahçeleri) çöp kaynıyor, rüzgârla oradan oraya savrulup görsellik namına nerede bir güzellik varsa orayı berbat ediyorlar. Yere çöp atarken yakaladığım küçükleri alenen uyarıyor, büyüklere ses edemesem de görebilecekleri şekilde çöpü yerden alıp bizzat ben çöp kutusuna atıyorum. Yaşlandığımda umarım kemik sağlığım bastonla yürümemi gerektirmez ama sırf yere çöp atanların suratlarına tehditkâr bir şekilde sallamak için bir baston edinmek niyetindeyim! Ve güzelim taşlarla döşenmiş canım kaldırımlar dururken komik zaman tasarrufları için çimleri ezerek kendilerince patikalar türeten, hele de yeni çim ekilmiş ve şeritle ayrılmış kısımları acımadan çiğneyip geçenleri bastonla kovalamak gibi bir düşüncem de mevcut! Tabi kalp sağlığım yaşlılığımda gençleri kovalayabileceğim kadar iyi olur mu orası ayrı mesele. Ama bunca şeyi atlattıktan sonra kalbim ve ben daha uzun seneler boyunca gül gibi geçinir gideriz zannımca…