Nasreddin Hoca’nın ‘’Ye kürküm ye’’ fıkrasını çoğumuz duymuşuzdur. Bir ziyafete davet edilen ancak beklediği ilgiye mazhar olamayan Hoca, eve gidip gösterişli kürkünü giyerek aynı mekâna tekrar döndüğünde sofranın başköşesine oturtulur. Ve yemeğe kürkünü batırıp böyle söyler, hak ettiği ilgiyi şahsından ötürü değil kılığına bağlı olarak görmesi zoruna gitmiş, oradakilere bu davranışıyla ders vermek istemiştir. Olayın devamında orada bulunanların nasıl bir tepki verdiği, hatalarının farkına varıp varmadığını bilmiyoruz. Fıkra ‘’Ye kürküm ye’’ sözünden sonrasını anlatmıyor çünkü. Ama günümüze kadar devam eden yansımalarda olaylara bakacak olursak her birimiz defalarca benzer olaylarla karşılaştık ve insanlara kılık kıyafetlerine göre muamelelerde bulunduk. Kendi kıyafetlerimizi de ayna karşısında sanki başka birisi bakıyormuşçasına üzerimizde nasıl durduğunu görerek seçtik hep. Dış görünüşümüzle o kadar ilgilenir olduk ki, ondan çok daha önemli olan iç dünyamızı darmaduman ettik.
Başlıkta bir televizyon programında insanları kıyafetlerine göre değerlendirip beğendiği kişilere bir sonraki adım için ‘Bizimlasın!’ diyen bir jüri üyesinin beğenilmeyen kişileri programdan gönderirken söylediği kısa cümleyi görüyorsunuz. Bir yarışma programı bu; yarışmacılar giyinip geliyorlar sonra her bir kıyafetin fiyatını tek tek söylüyorlar (Eskiden ayıptı böyle şeyler, fiyatlar ulu orta konuşulmazdı. Şimdi de ayıp ama başkalarının doğrularıyla yaşayan insanlarımız için bu durum bir sorun oluşturmuyor. ) Akabinde özenti dolu hareketlerle podyuma çıkıp, kırmızı halıda yürüyor, sonra da jürinin yorumlarını dinliyorlar. Beğenilirlerse ne âlâ, ancak beğenilmeyip de geri çevrilenler öyle bir üzülüyorlar ki sormayın! Ne iyi işte;‘BizimlaDeyılsın!’ demişler sana, bizimle değilsin; bizimle olamayacaksın da… Ne kadar uğraşırsan uğraş, giyimine, süsüne bir yığın para harca; hatta çık bu ekrandan âleme rezil et kendini!Evetevet, yap bunların hepsini, yine de bizimle olamayacaksın.‘Şunu şu kadara, bunu bu kadara aldım…’ derken pek sevimliydin(!) hani, asgari ücretle ev geçindiren insanların izlediği programlarda yaptın tüm bunları, hatta seni izleyenlerin bir kısmının hiçbir geliri de yoktu. Sayende hepsini kendimize bağladık; bizi izliyor, bize özeniyor ve bizim gibi olmaya güçlerinin yetmeyeceğinin farkına varıyorlar. Evet, bizim gibi olmaya güçleri yetmez çünkü onlar yanlış yerden bakıyor. Bizim gibi olmak bizim beğendiğimiz gibi olmak demek değil. Bizim gibi olabilmek için öncelikle burjuva hayatı yaşayacak, insanlara fildişi kulelerden bakacaksın. Sonra onları kendi çıkarların için kullanmayı da çok iyi bilmen gerekiyor, ve her fırsatta senden aşağıda gördüğün insanlara saldırmalısın. Düşüncelerin sadece ‘Bu gün ne giysem?’ ya da ‘Bu gün ne yesem?’ tarzından yavan şeyler olacak. Kendine ve çevrene faydalı olabilecek işlerden dikkatle kaçınacaksın. Cam bebekler gibi elin bir işe değse kırılırmış gibi davranacaksın. Kopan düğmeni bile dikemeyip gömleğin yenisini almaya kalkacaksın. Tabi tüm bunları yapabilmen için çok paranın olması lazım. Parayı da öyle kolay bulamayacaksın, bu yüzden mutsuz olacaksın. Daha çok kazanmak için çirkin işler yapmaya kalkışacaksın. Belki de çalıp çırpacaksın, çok sevindireceksin bizi. Ama yine de bizim gibi olamayacaksın, ne kadar uğraşırsan uğraş çok başarılı bir taklitten öteye varamayacak yaptıkların. Çünkü senin içinde öyle bir şey var ki, yıllardır koparıp atamadığımız, kurtulamadığımız sürekli bir yerlerden karşımıza çıkıverip bizi alt üst eden öyle bir ‘Maya’ ki bu, hamuruna katılmış olan… Ne kadar uğraşırsak uğraşalım geriye dönüşsüz bir netice olmuyor elimizde, seni tam manasıyla bizden birine çeviremiyoruz. Ama her şeye rağmen seni kendimize bağlıyor, mutlu yahut mutsuz oluşunu bile çok basit bir iki kelimeyle biz belirliyoruz: ‘Bizimlasın’ ya da ‘BizimlaDeyılsın’. Haydi öncesinde konuştuğumuz her şeyi bir kenara bırakalım bizim gibi olamayacağını da bir an için unutalım ve diyelim ki: ‘Bizimlasın!’. Bunu söyledik çünkü bize göre daha çok saçmalamalı, daha çok harcamalı, kendini heder etmelisin bu yolda. O zaman bizimle gelebilirsin, çünkü o haldeysen anlarız ki istediğimiz kıvama gelmişsin. Şimdi seni seçip, bir kez daha buraya gelmeni söylüyoruz; daha çok harcayıp daha az düşün diye açları, muhtaçları… Burayı da geçebilirsen bir kez daha çağıracağız seni; büyük final diyeceğiz adına bir de onun için harcayacaksın paranı ve zamanını… Artık gözün birinci gelmekten başka bir şeyi görmeyecek, iyice zıvanadan çıkacaksın. Senin seçilmenle sana özenen senin gibi giyinen onlarca kişiyi bağlayacağız kendimize. Onlar da gelip yarışacak, onlar da düşünmeye erinip hiçbir masraftan kaçınmayak, rezil olacaklar…Tüm aşamalardan sonra içinizden birisini seçeceğiz. Sırf 3 kişilik jürimiz kendisini beğendi ve tüm aşamaları geçebildi diye ağzı kulaklarına varacak o kişinin. Kendisini ülkenin en şık kadını olarak görerek böbürlenecek, şımaracak… Daha da özenecek kılık kıyafetine, tüm gözleri üzerinde topladığını yaptığı her şeyin doğru olduğunu zannedecek. Beyni gitgide küçülüp, hantallaşacak. Dışı güzel ancak içi kokuşmuş bir meyveye dönüşecek zamanla. Eserimizle gurur duyacağız biz de… Demem o ki, bizim yaptığımız her işte bir amaç vardır. En büyük gayemizse mayası henüz bozulmamış olanları yoldan çıkarmaktır… diyor o ses aslında ama biz duymuyoruz, duysak da anlayamıyoruz çoğu zaman. Şekilciyiz, çoğumuz dış görünüşe her şeyden daha çok önem veriyor ve her şeyden çok onun için harcıyor parasını.
Rus çarlarından biri (Deli Pedro)yurt dışı seyahatlerinde gördüğü bazı ülkelerde tüm işlerin büyük bir intizamla ilerleyişine hayran kalarak sebebini bölge erkeklerinin sakalsız olmasına bağlamış ve seyahatten döner dönmez Rusya’da sakal bırakmayı yasaklamış; köylüler ve din adamları hariç herkesin sakallarını kestirmiş! Şu anda yapılanın ne denli saçma ve yanlış bir iş olduğunu anlayabiliyoruz ama ne malum şimdiki yaptıklarımızın da böyle tuhaf yanılgılardan ötürü olmadığı? Kılık kıyafette değişiklikler yaparak gelişmiş olunmuyor ne yazık ki, baştakinin şapka veya fes olması, bir kadının başının açık veya kapalı olması da değil mesele. Yıllarca öyle olduğunu sandık, buna inandık. Aşık Veysel’i bile köylü kılığıyla başkentin caddelerine yakıştıramayıp rahat vermeyen bir zihniyetti bu… Nasreddin Hoca’yı kürkünden ötürü ağırlayan zihniyetti…Şimdi de ekranlarda halkımıza nasıl giyinirse iyi muamele göreceğini anlatmaya çalışıyor aynı zihniyet. Tüm bu olanlar en çok bayanların giyim ve davranışlarına yansıyor, en çok onlar üzerinde göze batıyor. Malcolm X;‘’Bir ülkenin ahlâki durumu açısından güçlülük ya da zayıflık derecesini ölçebilmek için, yalnızca sokaklardaki kadınların giyim kuşamlarına, tutumlarına bir bakmanız yeterli olacaktır; özellikle genç kadınlara bakarak kesin bir yargıya varabilirsiniz. Bir ülke üzerinde küçümsenemeyecek baskılar egemense, manevi değerlerde bir gerileme olacağı kesindir; büsbütün batmazlarsa tabi. Kuşkusuz, bu tür değişimlerin yansıması da her şeyden önce kadınlarda görülür, değişmez bir kural gibidir bu.’’diyerek açıklıyor bu durumu.
Peki ne yapmalı şimdi? Nasıl giyineceğimize bile başkalarının karar verdiği bir hayat mı yaşayacağız? Küçük burjuva özentileri mi olacağız? Saadeti parayla mı arayacağız? Hayır, bunların hiç biri doğru olmaz, bizim yapacağımız önce kendimiz olmak. Özümüze, aslımıza uygun davranmak… Hani hamurumuzda öyle bir maya vardı ve ne yaparsak yapalım tamamen bozulmaktan hep onun varlığı kurtarıyordu ya bizi; işte o mayayı canlandırmalı… Özümüze, aslımıza göre davranmalı ve bir an evvel silkelenip kurtulmalıyız onların dayatmalarından. İşte o zaman onlar gibi olmamıza gerek kalmaz, ‘BizimlaDeyılsın!’ demelerine de güler geçeriz (Hatta onlara bu cümleyi söyleyecek fırsat bile vermeyiz). Çözüm gayet basit; meselenin halli için kendimiz olmak yeter…